Diskriminant
Member
Esenlikler,
Söz verdiğim gibi, tüm ana akım fizik konularına değineceğim yazı dizisine başlıyorum. Ana akım desek de bu konular, daha çok yahudi fiziğidir bu.
Bu yazıda asıl büyük mevzuyu yani büyük patlama kuramını ele alacağız. Muhtemelen en uzunu da bu kısım olacaktır.
Şuan bunun farkında değilsiniz muhtemelen ama, kalan tüm ana akım fizik konuları büyük patlama kuramını ayakta tutmak için varlar. Tüm o karanlık madde, karanlık enerji vs. konuları da tıpkı büyük patlama gibi yahudi saçmalıklarından ibaret. En azından çoğu öyle diyebiliriz.
Hepsi yahudi fiziği ağının bir parçası. Aynı örümcek ağları gibi tüm konular birbiriyle bağlantılı.
Aslında Nazi Almanyasında da yahudi fiziğiyle savaştan bahsediliyordu. Yahudi fiziğine karşı çıkardıkları bir de Aryan Fiziği (Alman Fiziği olarak da anılır bu) akımı vardı ama konumuz bu değil. Aryan Fiziği ile alakalı bir yazı da gelecek.
Bu yazı dizisinin üç bölümden ve bir sürü alt kısımdan oluşmasını planlıyorum.
1. Bölüm: Ana Akım fiziğin anlatımı ve ifşası
2. Bölüm: Gerçekten Evrenin Yapısını Açıklayabilecek Kuramlar
3. Bölüm: Elektrik Evren, Plazma Kozmolojisi ve Ruhaniyet ile Satanizm Arasında Olabilecek Olası İlişkileri
Ve tüm bu bölümlere ait alt bölümler olacak.
Açıkçası, benim az sonra yapacağım gibi detaylıca bir büyük patlama ifşası joy of satan forumlarında bulunmuyordu. Sitede zaten yok (satanisgod.org), sadece çok kısa ve yüzeysel bir iki yazı var.
Bunun sebebi de basit, öncelikleri bu değildi. Yüksek Rahipler oldukça meşgul oluyor zaten.
Hatta Yüksek Rahibe Maxine’nin şöyle bir sözü var:
“I majored in the physical sciences when I attended university many years ago. “
Direkt fizik okumuş olmasına rağmen küçük 2-3 yazı koyup bıraktıysa gerçekten de bu konular hiç öncelikte değil demektir.
Ama bu gerekli olmadığı anlamına gelmiyor. Satanizme yeni katılan insanlar Büyük Patlama Kuramına inanmadığımızı görünce şüpheye düşebilirler.
Ama asıl gerekli olma sebebi şu, eğer fiziği yahudi etkisinden kurtatıp bir “Aryan Fiziği” yaratacaksak önce bu tarz temel konularda hemfikir olmalıyız. Büyük patlamanın neden saçmalık olduğu, karanlık maddenin neden fiziğe girmiş en büyük kandırmacalardan biri olduğu vb. Daha sonra gerçek olabilecek teorileri anlatacağım ve en sonunda da benim asıl ilgilendiğim alan olan plazma kozmolojisine gireceğiz.
Üç bölümde tamamlandığında, SS topluluğu olarak elimizde sağlam bir temel olacak, böylece üzerine birşeyler inşaa edebileceğiz. Şu an forumlarda fizikle alakalı oluşturulan bütün fikirler dağınık halde ve bu yüzden hiçbir işe yarar teori ortaya çıkamıyor. Bu yazılar sayesinde tüm bilgileri toplayıp işe yarar teoriler ortaya çıkarabiliriz. Daha fazla bilgi edindikçe dönüp ilgili yazıları da güncelleyeceğim.
Bu arada benim ana akım fiziğe karşı büyük bir öfkem var. Arada bir sövebilirim yani ona göre.
Yolumuz uzun ama yürüdüğümüze değecek. Hep birlikte yahudi fiziğinin üstesinden geleceğiz.
Oğlum o değilde 6.5 saatte sadece girişi yazabildim lan nasıl bitecek bu yazı? (Gelecekten not: Kalan kısımları yazmak girişi yazmaktan çok daha kısa sürdü.)
Neyse ben giriyorum konuya bu giriş kısmı çok uzadı.
1.1: Büyük Patlama Kuramı Nedir?
Öncelikle Büyük Patlama Kuramının ne olduğunu düzgünce öğrenelim ki yanlışlarını açıklayabilelim. Bu arada fizik konusunda henüz akademik olarak eğitimim yok o yüzden genelde bazı yerlerden aldığım alıntılarla ilerleceğim çoğunlukla. Ve olabildiğince günümüzdeki versiyonundan bahsetmeye çalışacağım. Tarihsel gelişimine vesaire pek girmeyeceğim.
Peki nedir bu Büyük Patlama Kuramı?
“Büyük patlama (İngilizce: Big Bang), evrenin en eski 13,8 milyar yıl önce tekillik noktası denilen bir noktadan itibaren genişlediğini varsayan evrenin evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul gören[1] kozmolojik modeldir. İlk kez 1920’li yıllarda Rus kozmolog ve matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı fizikçi papaz Georges Lemaître [2] tarafından ortaya atılan bu teori, çeşitli kanıtlarla desteklendiğinden bilim insanları arasında, özellikle fizikçiler arasında geniş ölçüde[3] kabul görmüştür.
Teorinin temel fikri, hâlen genişlemeye devam eden evrenin geçmişteki belirli bir zamanda sıcak ve yoğun bir noktadan yani tekillik noktasından itibaren genişlemiş olduğudur. Georges Lemaître’in önceleri “ilk atom hipotezi” olarak adlandırdığı bu varsayım günümüzde “büyük patlama teorisi” adıyla yerleşmiş durumdadır. Modelin[4] iskeleti Einstein’ın genel görelilik kuramına dayanmakta olup, ilk Big Bang modeli Alexander Friedmann tarafından hazırlanmıştır. Model daha sonra George Gamow ve çalışma arkadaşları tarafından savunulmuş ve ilk nükleosentez olayı eklenmek suretiyle [5] geliştirilerek sunulmuştur.[1]“
Kısacası, evrenin 13.8 milyar yıl önce sonsuz yoğunluk ve sonsuz küçüklükteki tek bir noktadan “patlayarak” oluştuğunu ve daha sonra genişleyerek günümüzdeki halini aldığını söyleyen bir kuramdır. Bu sonsuz küçük noktaya genel olarak tekillik adı verilir ve kara deliklerin merkezinde de var olduğu iddia edilir.
İlk hata daha buradan başlıyor ama çürütme işlemine henüz geçmeyeceğim.
Bu kuramın fizikte bu kadar kabul görmesinin birkaç sebebi var ama biz şimdilik sadece genel kabulden ilerleyelim.
İddia ettiklerine göre, büyük patlama kuramının çok sağlam birkaç kanıtı bulunuyor. Daha fazla kanıt olduğunu idida ediyor olabilirler ama en kritik olanları şunlardır:
3.1 Kozmik arka plan
3.2 İlk nükleosentez (Element Dağılımları)
Hubble Yasası
Kozmik arka plan (Mikrodalga Ardalan Işınımı)
“Genişleme, doğal olarak bize evrenin geçmişte daha yoğun olduğunu bildirmektedir. Evrenin geçmişte daha sıcak olması olasılığından ilk kez 1934’te Georges Lemaître’in söz etmiş olduğu görülüyor; fakat bunun gerçek anlamda araştırılmasına ancak 1940’lı yıllardan itibaren başlanmıştır. Uzak astrofiziksel cisimlerin ışımasındaki kırmızıya kaymaya benzer bir tarzda, evrenin genişleme olayıyla enerji kaybeden bir ışımayla dolu olması gerektiği konusundaki ilk düşünceler George Gamow’dan gelmiştir.
Gamow aslında, ilksel evrendeki güçlü yoğunlukların, atomlar arasında bir termik dengenin kurulmasına ve ardından bu atomlarca bırakılan bir ışımanın varlığına imkân sağlamış olması gerektiğini anlamıştı. Gamow, 1940’lı yıllarda Lemaitre’in hesaplamalarını geliştirdi ve Big Bang’e bağlı olarak bir tez ortaya attı. Big Bang’den arta kalan, belirli oranda bir ışımanın var olması gerekiyordu. Ayrıca bu ışıma evrenin her yanında eşit olmalıydı. Bu ışımanın evrenin yoğunluğu oranında bir yoğunlukta olması ve dolayısıyla, bu ışımanın, yoğunluğu artık son derece azalmış olsa da hâlen mevcut olması gerekiyordu. Gamow, Ralph Alpher ve Robert C. Herman’la birlikte, evrenin yaşından, maddenin yoğunluğundan ve helyumun salınmasından yola çıkılarak bu ışımanın günümüzdeki ısısının hesaplanabileceğini anlayan ilk kişi oldu.
Bu ışımaya günümüzde « fosil ışıma » diyenler de bulunmakla birlikte, genellikle, “ kozmik mikrodalga arka plan (ya da kozmolojik mikrodalga artalan) ışıması” denir. Bu ışıma, Gamow’un öngörülerine uygun olarak, düşük ısıdaki bir “karanlık cisim” ışımasına (2,7 °K) denktir. Biraz rastlantı sonucu olan bu keşfi Arno Allan Penzias ve Robert Woodrow Wilson’a borçluyuz: 1960’larda New Jersey‘deki Bell Laboratuvarı’ndan Arno Penzias ve Robert Woodrow Wilson, Samanyolu’nun dış kısımlarından gelen belirsiz radyo dalgalarını ölçmeye çalışıyorlardı. Fakat bunun yerine gökyüzünün her tarafından gelen bir radyasyon saptadılar. Bu ışıma ya da ışınımın bütün yönlerdeki parlaklığı aynı idi ve yaklaşık 3 °K sıcaklığında bir ortamdan geldiği anlaşılıyordu.[11] 1978’de bu buluşları için Nobel Fizik Ödülü sahibi olan Penzias ve Wilson ilginçtir ki, ileride, Fred Hoyle gibi, Big Bang teorisine muhâlif olan bilim insanları safına katılacaklardı.
1965’te keşfedilen “kozmik arka plan” Big Bang’ın en açık kanıtlarından biridir. Bu keşiften sonra kozmik arka plan dalgalanmaları COBE (1992) ve WMAP (2003) uzay uydularınca incelenmektedir.
Bir “kara cisim” ışımasının varlığı Big Bang modeli çerçevesinde kolayca açıklanabilmektedir: Geçmişte evren sıcaktı ve yoğun bir ışımaya maruz kalıyordu. Geçmişin çok yüksek yoğunluktaki bu evreninde madde ve ışıma arasında çok çeşitli etkileşimler olmaktaydı. Bunun sonucunda ışıma termalize olmuştur, yani elektromanyetik tayfı bir “kara cisim”in elektromanyetik tayfıdır. Buna karşılık “durağan hâl teorisi”nde böyle bir ışımanın varlığı hemen hemen doğrulanamaz durumdadır (Az sayıdaki bazı savunucuları aksini belirtmekteyse de…)”[1](https://tr.wikipedia.org/wiki/Büyük_Patlama)
Özetle mikrodalga ardalan ışınımı, her yönden algınan ve büyük patlamanın ilk çağlarından kaldığı iddia edilen mikrodalga düzeyinde bir elektromanyetik dalgadır.
Her yerde bulunan bir ışıma ha… Her yerde bulunmak? Bu size birşeyi çağrıştırıyor mu? Mesela eter gibi birşeyi? Kesinlikle eterdir mikrodalga ardalan ışıması demiyorum ama çağrıştırıyor biraz, belki de ikisi de aynı şeydir.
Element Dağılımları
“
İlk nükleosentez
Güçlü nükleer kuvvetin keşfinden ve bunun yıldızların enerji kaynağı olduğunun anlaşılmasından itibaren evrende çeşitli kimyasal elementlerin salınmasını açıklama meselesi ortaya çıktı. 1950’li yıllar civarında bu salınma -birbiriyle rekabet hâlindeki iki farklı görüşün önerdiği- iki farklı süreçle açıklanmaya çalışılıyordu:
Yıldızsal nükleosentez
Başlangıçtaki ilk nükleosentez
“Durağan hâl teorisi” taraftarları zaman boyunca sürekli olarak hidrojenden üretilmiş olduğu ve bunun azar azar helyuma ve daha sonra da yıldızların kalbindeki en ağır elementlere dönüşmüş olduğu görüşündeydiler. Gerek helyumun gerekse ağır elementlerin bölünmesi zaman boyunca sürekliliğini koruyordu; çünkü helyumun oranı nükleosentez olgusuyla artarken, hidrojenin üretilmesi olgusuyla da oran olarak azalır gibi görünüyordu. Buna karşılık Big Bang taraftarları helyumdan uranyuma kadar tüm elementlerin başlangıçtaki evrenin sıcak evresi sırasında üretilmiş oldukları görüşündeydiler.
Güncel tez her iki hipoteze de dayanır. Buna göre, helyum ve lityum gerçekten başlangıçtaki ilk nükleosentez sırasında üretilmişlerdi. Bunun başlıca kanıtı, hafif denilen elementlerin (hidrojen, helyum, lityum) salınmasının uzak kuasar’lardaki incelenmesinden gelmektedir. Big Bang modeline göre bunların nispi salınmaları ilk nükleosentezden beri sürekliliğini koruyan tek bir parametreye sıkıca bağlıdır; bu da fotonların yoğunluğunun baryonların yoğunluğuyla ilişkisindedir. Diğer yöntemlerle de ölçülebilen bu tek parametreden hareketle helyumun (He) izotoplarının ve lityumun (Li) izotopunun salınması açıklanabilir. Aynı zamanda yakın galaksilerin içinde helyumun bölünmesinde bir artış gözlemlenmektedir ki, bu, yıldızlarca sentezlenen elementler yoluyla “yıldızlar-arası ortam”ın tedrici gelişiminin bir işareti olarak kabul edilebilir.”
Kısacası Büyük Patlama Kuramı element dağılımlarını doğru şekilde öngördüğünü ve bunun bu kuramı kanıtladığını söyler.
Hubble Yasası, Kızıla Kayma ve Evrenin Genişlemesi
“
Hubble kanunu, fiziksel kozmolojide gözlemlere verilen isimdir: uzayın derinliklerinde gözlenen nesnelerin dünyadan uzak göreceli bir hızda yorumlanabilir bir Doppler kaymasına sahip olduğu bulunur ve dünyanın gerisinde kalan çeşitli galaksilerin bu Doppler kaymasıyla ölçülen hızı yaklaşık birkaç yüz ışık yılı uzaklığındaki galaksiler için uzaklıklarıyla doğru orantılıdır. Bu normal olarak gözlemlenebilir evrenin uzaysal hacminin genişlemesinin doğrudan bir gözlemi olarak yorumlanır.
Yalnızca bu genişlemeden ötürü olan astronomik nesnelerin devinimi, Hubble akışı olarak bilinir. Hubble kanunu genişleyen uzay paradigması için gözlemlenebilen ilk temel olarak kabul edilir ve günümüzde Big Bang modelinin desteklenmesi için en çok atıfta bulunulan kanıtların parçalarından biri olarak hizmet etmektedir. Hubble kanunu’nun genişleyen uzay paradigması için gözlemlenebilir ilk temel olduğu bilinir ve bugün bu kanun Big Bang teorisi desteğine atfedilen birkaç parça kanıttan birine hizmet eder.
Yaygın olarak Edwin Hubble‘a atfedilmesine rağmen, kanun ilk 1927’de Georges Lemaître tarafından yayınlanan bir makalede genel izafiyet denklemlerinden türemiştir. Georges Lemaitre evrenin genişlemediğini öne sürmüş ve bu genişleme oranı için tahmini bir değer vermiştir, bu değer şu an Hubble sabiti olarak adlandırılır. Edwin Hubble bu kanunun varlığını onayladıktan iki yıl sonra şu an adıyla anılan sabit için daha doğru bir değer belirlemiştir. Hubble nesnelerin durgun hızları hakkında onların kırmızıya kaymalarından elde ettiği değerlerden bir çıkarım yapmıştır, bu değerlerin birçoğu daha önceleri ölçülmüş ve 1917 yılında Vesto Slipher tarafından bulunan hızla ilişkilendirilmiştir.”[2](https://tr.wikipedia.org/wiki/Hubble_kanunu)
Büyük Patlama kuramında kızıla kayma fenomenini kullanarak evrenin genişlediği iddia edilir, böylece galaksilerin çoğunun uzaklaşmasından yola çıkarak geçmişte daha yakın olduklarını ve iyice geriye sararsak tek bir noktada birleşecekleri söylenir. Çok basit bir akıl yürütme ama yapılıyor.
Eveeet şimdi asıl konuya geliyoruz.
Büyük Patlama’nın Çürütülmesi
Açıkçası asıl problem daha en en en en başta bu kuramın yönteminde yatıyor.
Evrenin gelişimini belli bir tarihten başlatıp günümüzdeki haline kadar nasıl geliştiğini fiziksel teorilerle açıklamaya çalışmak.
“Buradaki temel hata, evrenin gözlemlenebilir evrene eşit olduğunun ve maddenin içinden geçtiği tüm farklı evreleri, dönüşümleri ve farklı durumları hesaba katmaksızın evrenin tüm tarihini lineer bir süreç olarak yeniden kurmanın mümkün olduğunun tasavvur edilmesidir.”[2]
Bu sözde de anlatıldığı gibi, senaryo yazar gibi evrenin nasıl oluştuğunu kurgulamaya çalışmak saçma. Ayrıca geçmişte olup biten bir olayı gözlemlememiz mümkün de değil. (İşin içine ruhaniyet girmezse yani.) Dolayısıyla bu bilimin genel ilkesiyle de çelişkiye giriyor, yani Yanlışlanabilirlik. Yani kasımpaşa.
BENİM FİKRİM BENİ İLGİLENDİRMEEEZ
Neyse öhöm öhöm.
Hadi yöntemin yanlışlığını boşverdik diyelim, büyük patlamanın en büyük belası olan büyük patlama anındaki tekillik var:
William B. Bonnor (İngiliz Fizik profesörü): “Fiziksel bir süreci betimlemeye çalışan matematiksel bir modelde ortaya çıkan tekillik genellikle kuramın çöktüğüne işaret eder. Böylesi bir durumda bir fizikçinin olağan tepkisi daha iyi bir model aramak olur.
Ancak Büyük Patlama yanlıları genellikle böyle bir davranış sergileyemiyorlar. Bazı bilim adamları evrenin genişlemesini tanımlayan anda ortaya çıkan matematiksel tekilliği Tanrı sandılar ve Tanrı’nın evreni o noktada yarattığını düşündüler. Bilimsel sorunlarımıza çözüm ararken işin içine Tanrı’yı sokmamızı hiç uygun bulmuyorum. Bilimde bu tür mucizevi el atmalara yer olmadığı gibi, varlığı, Tanrı’ya inananlar için tehlike yaratır: diferansiyel eşitliklerinizdeki matematiksel tekillikleri daha iyi bir modelle ortadan kaldırdığınızda Tanrı’nız da tekillikle birlikte ortadan kalkar”. (Rival Theories of Cosmology, Oxford Univ. Press, London, 1960).
Son kısım oldukça hoştu.
Bir alıntı daha:
“Öncelikle, evrendeki tüm maddenin “sonsuz yoğunluğa” sahip tek bir noktada yoğunlaşmış olması gerektiği düşünülemez. Bunun ne anlama geldiğinde net olalım. İlkin, sonlu bir uzaya sonsuz miktarda madde ve enerji koymak imkânsızdır. Sadece soruyu ortaya atmak bile onu yanıtlamak için yeterlidir. “Ah! der büyük patlamacılar, fakat evren, Einstein’in genel görelilik teorisine göre sonsuz değil, sonludur.” Eric Lerner kitabında Einstein’ın denklemlerinin sonsuz sayıda farklı evreni mümkün kıldığına işaret eder. Friedmann ve Lemaître birçok denklemin genişleyen evren sonucuna çıktığını gösterdi. Ancak hiçbir surette bu denklemlerin hepsi bir “tekillik” durumunu ima etmez. Yine de Guth ve ortaklarının dogmatik bir biçimde ileri sürdükleri varyant budur.
Evrenin sonlu olduğunu kabul etsek bile, “tekillik” düşüncesi bizi açık bir şekilde hayali nitelikte sonuçlara götürür. Görebildiğimiz evrenin ufak bir köşesini evrenin tümü olarak ele alırsak –ki bu hiçbir mantıksal ve bilimsel temeli olmayan keyfi bir kabuldür– her biri yaklaşık 100 milyar ana yıldız (bizim güneşimiz gibi) silsilesi içeren, 100 milyardan fazla galaksiden bahsediyoruz demektir. Guth’a göre, bu maddenin hepsi tek bir protondan daha küçük bir yerde yoğunlaşmış durumundaydı. Madde, saniyenin trilyonda birinin trilyonda birinin trilyonda birinin milyarda biri kadar bir sürede, trilyon kere trilyon kere trilyon derece sıcaklığındayken, sadece tek bir alan ve sadece bir çeşit tanecik etkileşimi vardı. Evren genişleyip sıcaklık düştükçe, farklı alanların, ilk basitlik durumundan “yoğunlaşmış” olduğu farz edilir.
Böylesi eşi benzeri görülmemiş bir genişlemeyi harekete geçirecek enerjinin nereden geldiği sorunu ortaya çıkar. Bu bilmeceyi çözmek için Guth, bazı teorik fizikçiler tarafından varlığı öngörülen, ancak en küçük bir deneysel kanıta bile sahip olmayan, her yerde ve her zaman hazır bulunduğu varsayılan bir kuvvet alanına (“Higgs alanı”) başvurdu. Eric Lerner şu yorumda bulunur:
Guth’un teorisinde, bir boşluk içinde bulunan Higgs alanı, gerekli tüm enerjiyi hiçlikten –ex nihilo– üretir. Onun ortaya koyduğu şekliyle evren, Higgs alanının lütfettiği büyük bir “bedava öğle yemeği”dir.[3]” [2] Alan Woods – Aklın İsyanı
Tekillik; sonsuz küçüklükte, sonsuz yoğunlukta ve sonsuz enerji içeren bir nokta anlamına gelir. Ki böyle birşeyin fiziksel olarak bizim evrenimizde bulunması imkansızdır. En başta söylendiği gibi, normal şartlarda bir fizik kuramında tekillik ortaya çıkması o teorinin çöktüğüne işaret eder. Fakat Büyük Patlama Kuramcıları bu durumu görmezden geliyor. Tekillik konusunda hep elinde sonunda bir şekilde bu kadar küçük boyutlarda çalışacak bir fizik kuramı bulunacağını söylemekle yetinirler. Bu sadece sorunlarını halının altına süpürdükleri anlamına geliyor.
Sırf bu tekillik olayı bile Büyük Patlama Kuramını çürütmeye yeterlidir. Çünkü fizik artı eksi hesabına göre işlemez, birçok bulgu bir x teorisini desteklese de bir tane bile tutarsızlığı buluduğu anda o teori çöp olur. İstediğiniz kadar x teorisini deneylerle kanıtlayın, bir tane bile uyuşmayan veri bulmak o kuramın doğru olamayacağını kanıtlamaya yeterlidir. O kuram ya eksiklerini düzeltip tekrar şansını dener ya da bambaşka bir kuram bulmaları gerekir.
Tüm yahudi dayatmaları aynı şekilde işliyor. Yapabildikleri kadar mantığa uygun gibi duran birşeyler uydururlar, bu uydurdukları gerçeklerle çelişirse topuklayıp kaçarlar.
Mikrodalga Ardalan Işıması ile devam ediyoruz:
[Özdek madde erke ise enerji anlamına geliyor.]
Kaynak: Rennan Pekünlü – Bir Metafizik Programın Eleştirisi [3]
Görselleri koyma konusunda bir sıkıntı yaşıyorum. İleride düzelteceğim. İnternetten bu kitabın pdf’ine ulaşıp oradan inceleyebilirsiniz.
“Mikrodalga ardalan ışınımının bulgusundan hemen sonra Peebles bu ışınımın özdek ile ışınımın ayrıldığı çağda evrenin yapısına ilişkin bilgi
sunacağına işaret etti. Mikrodalga ardalan ışınımının bugün gözlenen sıcaklık dalgalanmalarını ölçerek, özdek ile ışınımın ayrıldığı çağdaki kütle yoğunluk dalgalanmalarının genliğine ilişkin bilgilenebileceğimizi ileri sürüldü. Eğer kütle yoğunluk dalgalanma genliklerini bulabilirsek, çekim kuvvetinin 12 milyar yılda (Hubble Uzay Teleskobu ölçümlerinden bulduğumuz yaş) bugün gözlediğimiz büyük ölçekli yapıları oluşturup oluşturamayacağını söyleyebiliriz. 1970’li yıllardaki kuramsal çalışmalar adı geçen sıcaklık dalgalanmalarını 10^-4
düzeylerinde öngörüyordu[5]. Daha düşük değerler bugün gözlediğimiz evreni yaratamazdı! Ancak bu değerler gözlenemeyince kuramsal değerler sürekli aşağıya çekildi! [1] COBE’nin bulduğu sonuç, DT / T ~ 10^– 6 dır [2]. Bu sonuç, eğer Büyük Patlama modeli doğruysa, bugün gözlediğimiz yıldızların, gökadaların, gökada kümelerinin, boşlukların, büyük duvarın, vb. henüz
oluşmamış olması gerekiyor!“[3]
COBE Ölçümleri
2. 73 K sıcaklığına sahip mikrodalga ardalan ışınımına, erken evrene ilişkin araştırmalarda kullanılabilecek en etkin aygıt gözüyle bakılıyor. Büyük açısal ölçeklerde ele alındığında (~70) mikrodalga ardalan ışınımının ilkçağlardaki çekimsel gizilgüç erke (potansiyel) dalgalanmalarının izini taşıdığı savunulur. Bugün evrende gözlediimiz büyük ölçekli yapıların oluşumuna neden olan etmenin, çekimsel gizilgüç erke (potansiyel) dalgalanmaları olduğuna inanılıyor.
COBE’ nin DMR (Differential Microwave Radiometer) adlı aygıtı mikrodalga ardalan ışınımının büyük açısal ölçeklerde sergilediği yönbağımlılığı ölçmek amacıyla tasarlanmıştır. Bu aygıt üç frekansta gözlem yapmıştır: 31.5 GHz , 53 GHz , 90 GHz (Bu frekanslara karşılık gelen dalgaboyları sırasıyla 9.5 mm , 5.7 mm , 3.3 mm dir). Bu frekanslar, gökada ışınımının minimum ve mikrodalga ardalan ışınımının maksimum akıya sahip olduğu dalgaboyu aralıklarıdır. Böylece gözlem sonuçları dış mikrodalga kaynaklarınca çok kirletilmemiş olacaktır. Her bir frekansta gözlem yapan ve birbirinden hemen hemen bağımsız iki frekans kanalı vardır. COBE’ nin yörüngesi ve dönme ekseni,
Altı ayda tüm gökyüzü haritasını çıkaracak biçimde ayarlanmıştır ( Şekil 18 ).
DMR üç çift “horn” antenden oluşur. Dewar adı verilen soğutucu tank üzerinde, birbirinden 1200 lik açıklıklarla konuşlandırılmışlardır. Her bir radyometre kanalı, aralarındaki ayrım 60 derece olan iki ayrı gökyüzü bölgesini 70 derecelik açıklıklarla gören iki “horn” antenden gelen radyo akı farkını ölçer. Antenlerin şişimlerinin dönme ekseniyle yaptıı açı 300 dir. Dewar, 650 litrelik süperakışkan helyum cryostatdır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, DMR, aralarında 60 0 bulunan iki gökyüzü parçasından gelen ışınımın anten sıcaklığı arasındaki farkı ölçer. DMR haritalarında baskın olan iki özellik vardır: 1) ışınımın çiftuçay yönbağımlılığı; diğer bir deyişle, haritada bir bölge sıcak (mavi) diğer bir bölgeyse soğuktur (kırmızı). Bu bölgeler arasındaki sıcaklık farkı 3.36 0.1 mK düzeylerindedir
Çiftuçay yönbağımlılığı (DT /T ~ 10^– 3) tüm frekans kanallarından şaşmaz bir biçimde gelmektedir.
(Şekil19). Karacisim ışınım alanı olan mikrodalga ardalan ışınımıyla göreli devinimde bulunan gözlemci çiftuçay yönbağımlılığı gözleyecektir. Gözlenen tüm çiftuçayın Samanyolu’nun yerel küme içindeki özgün hızından kaynaklandığı varsayılmıştır; ve 2) gökada düzleminden gelen ışınım. COBE’nin gözlem sonuçları gerçekten nefes kesici. Bu harita bize, Samanyolu gökadasının, Kova burcu – Aslan burcu dorultusu boyunca, Kova’dan Aslan’a doru 600 km/s lik hızlarla sürüklendiğini söylüyor.
şekil 19. (Üst) Samanyolunun evren içindeki sürüklenmesinden kaynaklanan çiftuçay bağımlılığı.
(Orta) Samanyolu gökadasından ve ardalandan gelen mikrodalga ışınımı. (Alt) Samanyolunun katkısının düşülmesinden sonra elde edilen mikrodalga ardalan ışınımı haritası. COBE DMR haritalarındaki karakteristik yönbağımlılık DT / T ~ 10^– 6 düzeylerindedir. Bu yapı göreli olarak daha büyüktür ve tanısı yapılabilmiş olan tüm yanılgılardan farklıdır. Bu yapının Gökadamızdan mı, gökadaötesinden mi yoksa mikrodalga ardalan ışınımından mı kaynaklandığı henüz anlaşılamamış kritik bir sorundur. COBE’den sorumlu G.F. Smoot, “En ekonomik hipotez, bu yapının mikrodalga ardalan ışınımından kaynaklandığı hipotezidir” saptamasını yapıyor.
Eğer mikrodalga ardalan ışınımının yönbağımlılığı olarak yorumlanabilirse, bu sonuçlar evrenin yapısını açıklamaya çalışan şişme (enflasyon)+ karanlık özdek modellerini sınayabilir; bu modeller yoğunluk tedirginliklerinin kullanılan ölçeklerden hemen hemen bağımsız olduğunu öngörür. DMR haritalarındaki yönbağımlılıklar, aynı zamanda, yapı oluşumlarında kullanılan çekimsel kararsızlık modellerini de sınar.
Isısal Sunyaev – Zel’Dovich Etkisi
Mikrodalga ardalan ışınımı tanımındaki ardalan sözcüğü bize ne anlatıyor? Bu ışınımın, herhangi bir gök cisminden kaynaklanmadığını, Büyük Patlamadan ardakalan fosil ışınım olduğunu ve “gözlenebilir evrenimizin” ötelerinden geldiğini anlatıyor. Bu ışınımın gerçekten de “ardalandan” geldiğini kanıtlayabilecek gözlemler yapılabilir mi?
Evet yapılabilir. Isısal Sunyaev Zel’Dovich etkisinin gözlenmesi bizim bu konudaki kuşkularımızı giderebilir. Yoğun gökada kümeleri güçlü X – ışın kaynağıdır. Bu ışınımın ana kaynağının, kümenin gökadalararası ortamında tuzaklanmış olan sıcak, iyonlamış gazdan gelen ısısal bremsstrahlung olduğu gösterilmiştir. Özgür elektrik yüklü parçacıklar birbirlerinin elektrik alanı içersinde ivmelenirler. Bunun sonucunda erkelerinin bir kısmını ışınım olarak salarlar. Bu sürece Bremsstrahlung denir. Gökada kümelerinde salınan ışınım X-ışın bölgesine düşer (Ancak bremsstrahlung sürecinde ışınım X-ışın bölgesine de optik bölgeye de radyo bölgesine de düşebilir). Gökada kümelerinde bu ışınımın X-ışın tayfı salma çizgileri gösterir. Bu çizgilerin, yüksek derecede iyonlaşmaya uğramış demir atomlarından geldiğine inanılır. Bu çizgiler, daha yoğun ve daha sıcak kümelerde gaz sıcaklığının 10 8 K denli yüksek olduğuna işaret eder.
Mikrodalga ardalan fotonlarıyla kümelerdeki gökadalararası plazmanın güçlü bir etkileime girmesi beklenir. Plazma, ışınımdan çok daha sıcak olduğundan etkileşim ters Compton saçılması süreciyle olacaktır. Yani elektron, proton, vb. elektrik yüklü parçacıklardan oluşan plazma erkesini mikrodalga ışınımına aktarır. Bu süreç plazmanın soğumasına neden olurken ışınımın tayfınıda bozar. Etkileşim foton sayısını korur. Ancak saçılmaya uğramış olan fotonların erkesi, bu ortama giren foton erkesinden daha yüksek olur. Işınım Rayleigh-Jeans
bölgesinde (radyo bölgesi) “daha soğuk”, Wien bölgesinde (optik-moröte) “daha sıcak” olur. Bozulmaya uğramamış olan tayfın tepe noktasından (~ 162 GHz) biraz daha yüksek frekanslarda (~ 218 GHz) tayf bozulma göstermez (şekil 20) [1].
Şekil 20.
Yoğun gökada kümeleri içindeki sıcak, iyonlamış gaz içinden geçen mikrodalga ardalan ışınımının bazı fotonları ters Compton saçılması süreciyle daha yüksek frekanslara kayarlar. Bu süreçte foton sayısı korunurken kara cisim tayfı bozulmaya uğrar. Ters Compton süreci ışınımı “ısıtmasına” karşın ışınımın Rayleigh – Jeans bölgesindeki tayfsal erke yoğunluğu Sunyaev – Zel’Dovich etkisi nedeniyle azalır.
Isısal Sunyaev-Zel’Dovich etkisinin inandırıcı ölçümleri, kozmik mikrodalga ardalan ışınımının yüksek kırmızıya kayma gösteren bölgelerden geldiğini kanıtlayacağı gibi, Standart Büyük Patlama modelinin en belirsiz iki parametresi olan H0 Hubble sabiti ile q0 yavaşlama parametresinin saptanmasında da yardımcı olur.
COBE bu etkiyi gözleyemezdi çünkü “horn” antenlerinin açısal çözümleme gücü, gökada süperkümelerinin açısal boyutlarından çok büyüktü.
Ancak tasarlanan yeni aygıtların açısal çözümleme gücü, bu etkiyi gözlemeye yetecek denli yüksek olacaktır. Bu arada şunu da belirtmek isterim: 5 Eylül 1997 günü Türkiye Ulusal Gözlemevi’nin açılışı yapıldı. Bu açılış sırasında sayın Raid Sunyaev ile yaptığım söyleşide, ısısal Sunyaev – Zel’dovich etkisinin kırmızıya kayması 0.82 ye dek olan kümelerde gözlendiğine ilişkin inandırıcı kanıtlar olduğunu söyledi. Sunyaev ayrıca bu etkiyi gözleyebilecek uyduların görebildiği uzaklığın z = 1 denli olduğuna da işaret etti.
Daha uzakları görebilecek, adı geçen etkiyi gözleyebilecek uydularımız henüz yok. Ancak, z ~ 5 uzaklıklarını görebilen yer konulu radyo teleskopların ölçüm sonuçları belirsizliin sürdüğüne işaret ediyor.
Özetleyecek olursak, en büyük ölçeklerde gözlediğimizde evren bugün süper gökada kümeleri, “bubble”lar, boşluklar gibisinden devasa yapılar sergiliyor. Eğer evren Standart Büyük Patlamanın ileri sürdüğü gibi eşdağılımlı özdek ve ışınım “çorbasından” bugünkü durumuna geldiyse, bu yapılar nasıl oluştu? Bu sorunun Standart Büyük Patlama modelindeki yanıtı, ” Bu yapıların kaynağı, enflasyonist çağın sonunda, kozmik çorbada ortaya çıkan küçük ölçekli kuantum dalgalanmalarıdır” biçiminde verilir. COBE’nin gözlediği sıcaklık
dalgalanmaları da bu dalgalanmaların günümüzdeki büyük ölçekli durumudur. Diğer bir deyişle, özdek yoğunluğundaki kuantum dalgalanmaları kendisini foton sıcaklıklarındaki dalgalanmalar olarak gösterir.
Işınımın frekans tayfı 2.73 K sıcaklığındaki bir kara cismin tayfını öykünüyor. Bu gerçekten yola çıkan standart Büyük Patlamacılar mikrodalga ardalan ışınımının, evrenin sıcak yoğun bir başlangıcı olduğunun kanıtı olduğuna işaret ediyor.
Diğer yandan sıcaklıklardaki yönbağımlılıklar bugünkü yumrulu yapıları açıklama görevi görecekti. Ancak, yönbağımlılıkların genliği (DT / T ~ 10^-6), bugün gözlenen süperküme yapılarını açıklayamayacak denli küçük olduğundan “karanlık özdek” kavramı bir yara bandı (epicycle) olarak evren modellerine sızmıştır. COBE sonuçları, Büyük Patlama, Enflasyon ve Karanlık özdek içeren evren modelleriyle tutarlıdır.
Işınımın ardalandan mı geldiği yoksa yerel bir etki mi olduğuna ilişkin
belirsizliği açıklığa çıkarabilecek olan ısısal Sunyaev – Zel’dovich etkisi henüz
inandırıcı bir biçimde algılanamamıştır.
Seçenek Açıklama
Yukarıda da değindiğimiz gibi, gözlemsel bir gerçek olan Mikrodalga Ardalan Işınımı , evrenin sıcak bir başlangıcı olduğunu savunan Büyük Patlama modelinin güçlü bir kanıtı olarak sunulur. COBE uydusu verileri bu ıiınımın tayfının 2. 73 K sıcaklığındaki kara cisim tayfına uyduğunu göstermiitir. Bu sonuç, çoğu evrenbilimci tarafından Büyük Patlama modelinin doğrulanması olarak yorumlanmıştır. Başka yorumlar da var.
“Ancak, Büyük Patlama modeli, erken dönemlerin kara cisim tayfının daha sonra gerçekleşen ve termodinamik karakterde olmayan olaylarca bozulacağını öngörüyor. Termodinamik karakterde olmayan olaylara örnek olarak, gökadaların, gökada kümelerinin ve bugün gözlediğimiz, boyutları 100 Mpc e dek uzanabilen hücre benzeri yapıları sayabiliriz. Mikrodalga ardalan ışınımında bu olayların izi algılanmalıydı. Algılanamamış olması, on yıl önceki kuramsal beklentilerin boşa çıktığına işaret eder. Gözlemler karşısında sınanmaktan kaçınan Büyük Patlama modeli yerine yeni arayışlar başlamıştır.
“Büyük Patlama modeli evrenin düz ve yapısız (yapı sözcüğünden gökadalar, gökada kümeleri, gökada süper kümeleri ve boşluklar anlaşılmalıdır) olarak başladığını ancak daha sonra yapıların oluştuğunu söyler. Bu mucizenin (mucize, çünkü evren boyutlarına da dikkatsiz bir biçimde uyguladıkları termodinamiin II. yasası, eşdağılımlı bir ortamdan büyük ölçekli yapılara geçmenin, diğer bir deyişle, karmaşadan düzen doğurmanın olası olmadığını savunur!) nasıl oluştuğunu açıklayabilmek için sayısız çabalar harcanmıştır.
Bu çabaların iki ortak yanı bulunuyor. Birincisi, daha üst düzeyde fiziğe kaçış; ikincisi, sığınılan yeni fizikte ortaya çıkan devasa boyutlu ayrıntıların deneysel veya gözlemsel olarak sınanamıyor olması. Belki de bu nedenle bu modellere “senaryo” deniyor!”
“Sorunun özü olayların gelişme sırasında yatıyor. Büyük Patlama modeline göre önce Mikrodalga Ardalan Işınımı vardı; gökadalar sonra oluştu.
Ancak gözlemler bunun tam tersi bir gelişmenin olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde sergiliyor. Mikrodalga Ardalan Işınımının gökada oluşumlarından sonra ortaya çıkmış olabilmesi için belli yapılara sahip parçacıkların gökadaötesi ortamda oldukça yaygın olarak bulunması gerekir.
Günümüzde ya da göreli olarak yakın geçmişte gökadaötesi ortamda bulunan bu parçacıkların mikrodalgada güçlü soğurucu ve aynı zamanda da görsel bölge ve daha uzun dalgaboylarında da ışınıma geçirgen olmaları gerekir. Bu durumda kendimize üç soru yöneltebiliriz: 1) Bu tür parçacıkların varlığı kuramsal olarak olası mı? 2) Bu tür parçacıkların varlığına ilişkin laboratuvar kanıtları var mı? 3) Bu tür parçacıkların varlığına ilişkin gökbilimsel-gözlemsel kanıtlar var mı?”
“Birinci sorunun yanıtı kesinlikle “evet” tir! Mie türü bir hesaplama, iğne biçimindeki ince metalik parçacıkların 1mm dalgaboylu radyo dalgalarını soğurma gücünün, 5000 A dalgaboylu optik ışınımı soğurma gücünden 100 kez daha büyük olduğunu gösterebilir. Bu sonuçlar oda sıcaklığında geçerlidir. Çok düşük sıcaklıklarda metalik direnç sıcaklıkla azaldığından yukarıdaki karşılaştırma katsayısı 100 den 1000 e çıkar. Kısacası, gökadaötesi ortam mikrodalgalarda son derece soğurucuyken görsel bölgede de son derece geçirgendir. Metalik iğnelerin yüksek soğurma gücü uzun dalgaboylarında çapları ve boylarına bağlı olarak azalır. Örneğin, 1 mm uzunluğundaki metalik iğne, yaklaşık 10 cm radyo dalgaboyları için soğurma yeteneğini yitirir.”
“ikinci sorunun yanıtı de “evet” tir. Laboratuvar deneyleri yavaş yavaş soğutulan metal buharının, çapı 10 – 6 cm ve uzunluğu da 1 mm olan iğneler biçiminde yoğunlaşacağını göstermiştir. Metal buharından oluşan ilk yumaklanmalar birkaç bin atom içeren sıvı damlacıkları biçimindedir. Katı duruma doğru ansızın kristalleşme başlayınca, açığa çıkan erke kristalin yapısında kırıklara neden olur. Bu kırılmalar değişik biçimlerde gerçekleşir.
Özgün bir kırılma biçimi “burgu kırılma”dır. Bu kırılma türü özdeğin boyutlarının zamanla doğrusal olarak büyümesini sağlar. Diğer tür kırılmalar özdeğin küresel büyümesine neden olur. Küresel büyüme gösteren yumakların yarıçapı zamanla doğru orantılı olarak artarken, doğru biçiminde büyüyen parçacıkların boyu zamanla eksponansiyel olarak artar. Kısacası, boyları zamanla doğru orantılı büyüyen parçacıklar zamanla daha baskın büyüme biçimi olduklarını gösterirler.
Eksponansiyel büyümenin baskın olması nedeniyle, metal buharındaki atomların çoğu, iğne biçimindeki katı metallerden oluşur.”
“Üçüncü sorunun da “evet” biçiminde yanıtlanabileceğine işaret eden iki gökbilimsel kanıt var. Kanıtların herikisi de süpernovalardan geliyor. Yıldızlararası ortama doğru genişleyen süpernova artıklarında metaller senteze uğrarlar. Bu nedenle süpernova artıklarında metalik, özellikle de demir iğnelerin varlığı beklenir. Yengeç bulutsusundaki atarcadan gelen ışınım 30 m – 10 cm aralığında çok belirgin bir azalma gösteriyor. Bu aralık, demir iğnelerin soğurma gücünün en yüksek olduğu dalgaboyu aralığıdır. İlgili band aralığında atarca ışınım yapmıyor olabilir. Ancak bu oldukça düşük bir olasılıktır.
Bu azalmaya getirilebilecek daha uygun bir açıklama, atarcanın çevresinde bulunan (ancak Yengeç bulutsusunun dış bölgelerinde bulunmayan) demir iğneler algılayamadığımız ışınımı soğuruyor olabilir.”
“İkincisi, gökadaların radyo ışıtmalarıyla uzak kızılöte (~ 100 m ) ışıtmaları arasında olağanüstü bir ilişki bulunuyor. Bu ilişki, varlığını oldukça geniş bir aralıkta korur (10 4 çarpanı denli). Radyo ışınımı atarca kaynaklı yüksek erkeli elektronların synchrotron ışınımından gelir. Atarcaların kaynağı olan süpernovalar aynı zamanda demir iğne parçacıkların da kaynağıdır. Evrende ne denli çok süpernova olursa o denli çok atarca ve yine o denli çok demir iğne parçacıklar olacaktır. Bu durum da bize, açıklanması zor olabilecek bir ilişkinin
doğal olarak açıklanabilmesini sağlar.”
“Demir iğneciklerin uzak kızılötedeki soğurma gücü çok yüksektir. Bu iğnecikler yakınlarındaki bir kızılöte ışınım alanından oldukça yüksek ışınım basıncı duyumsarlar. Bu tür ışınım alanlarının erke yoğunluğunu kullanarak demir iğnelerin gökadalararası uzaya çıkma hızını 10. 000 km s – 1 olarak bulabiliriz. Bu hız, parçacıklarla onları doğuran ebeveyn gökadaların Hubble zamanında (H – 1) birbirlerinden 100 Mpc uzaklıklara ayrılmalarını sağlayabilir. Bu nedenle, kozmolojik açıdan baktığımızda, demir iğne parçacıkların gökadalararası ortamdaki dağılımı gökadaların kendi dağılımlarından daha tekdüze olacaktır.
“Aslında, yalnızca 10 6 gökadanın iğne parçacık üretimi, bu dağılımın Hubble zamanı içersinde tekdüzeliğe kavuşması için yeterlidir. “Bununla ilişkili olarak şunu söyleyebiliriz: ışınım alanı kara cisim tayfına kavuştuktan sonra ışınımın tayfını ısısal yapan etmenin uzay dağılımı hiç önemli değildir. Isısal tayfı sağlayan etmenlerin tekdüze dağılmış olması gerekmiyor. Mikrodalga ışınım kuantının soğurulup salınmadan önceki ortalama özgür yolu l olsun. Hubble zamanı içersinde ışınımın sızma uzaklığı (l c H – 1 ) ½ dir. l = 10 – 2 c H -1 için bu uzaklık, 0.1cH – 1 olur. Bu değer, kozmolojik optik derinlik 100 bile olsa, ışınım alanındaki dalgalanmaların H – 1 zamanında ortadan kalkacağına işaret eder. “
“Sonuç olarak, tayfın düzgün ve yönbağımsız olmasını sağlayan iki eğilim vardır. Bu eğilimin birisi ışınımın kara cisim ışınımına bürünmesini sağlayan etmen (metal iğneler) diğeriyse ışınım alanındaki güçlü eğilimdir. Bu iki eğilimin Mikrodalga Ardalan Işınımında gözlenen yönbağımsızlığı üretmesi beklenir. Metal iğneler uzak kızılötede yüksek bir salma gücüne sahip olduğundan soğuk kalma eğilimindedirler. Bir gökada yakınındaki metal iğnelerin sıcaklığı bile Mikrodalga Ardalan Işınımının sıcaklığını geçemez. Mikro parçacıklarla çarpışan bu metal iğnelerin “buharlaşma” olasılığı var mı? Yok! Yabancı moleküller iğneler üzerinde yoğunlaşabilirler. H 2 molekülü dışındaki tüm katı özdekler 2. 7 K sıcaklığında yoğunlaşabilirler. Bu metal iğnelerle çarpışan mikro parçacıklar
iğneler üzerindeki molekülleri buharlaştırabilir ama iğneleri buharlaştıramazlar”
[4]. Kaynaklar :
[1] Verschuur, G.L. & Kellermann, K.I. (eds), Galactic & Extragalactic Radio
Astronomy, Springer Verlag, NY, 1988, s. 619.
[2] Smoot, G.F. ve ark., Ap.J. Lett., Vol. 396 : L1 – L5, 1992, Sept. 1.
[3] Redhead, A.C.S & Lawrence, C.R., Ann.Rev. Astron. & Astrophys., Vol. 30,
692, 1992.
[4] Arp, H.C., Burbidge,G., Hoyle, F., Narlikar, J.V., Wickramasinghe, N.C.,
Nature, Vol.346, 30 Aug. 1990.
[5] Oort, J.H., Ann. Rev. Astron. Astrophys. Vol.21, 1983, s.374. “
Evet oldukça uzun bir alıntıydı ama değdi bence. Şimdi kısaca bu alıntıdan öğrendiklerimizi yazayım.
“Mikrodalga ardalan ışınımı tanımındaki ardalan sözcüğü bize ne anlatıyor? Bu ışınımın, herhangi bir gök cisminden kaynaklanmadığını, Büyük Patlamadan ardakalan fosil ışınım olduğunu ve “gözlenebilir evrenimizin” ötelerinden geldiğini anlatıyor. Bu ışınımın gerçekten de “ardalandan” geldiğini kanıtlayabilecek gözlemler yapılabilir mi? Evet yapılabilir. Isısal Sunyaev Zel’Dovich etkisinin gözlenmesi bizim bu konudaki kuşkularımızı giderebilir.”
“Işınımın ardalandan mı geldiği yoksa yerel bir etki mi olduğuna ilişkin
belirsizliği açıklığa çıkarabilecek olan ısısal Sunyaev – Zel’dovich etkisi henüz
inandırıcı bir biçimde algılanamamıştır.”
Yani Büyük Patlamanın kanıtı olarak ele alınan mikrodalga ışımasının Büyük Patlamadan kaynaklı olduğu kesin değildir, aksine seçenek açıklama başlığından tekrar okursanız göreceğiniz gibi büyük patlama kuramında iddia edilenin tam tersini gösteren deney ve gözlemler vardır, yani mikrodalga ışınımın galaksiler oluştuktan sonra oluştuğunu gösteren.
Ayrıca mikrodalga ışınımı, büyük patlamadan kalmış olsa bile tek başına Büyük Patlamayı kanıtlayamaz, enflasyon + karanlık madde’ye ihtiyaç duyar. Enflasyon dediğimiz de şu, günümüzdeki Büyük Patlama kuramında evrenin ilk başlarında evrenin aşırı şekilde hızlı genişlediği söylenir. Peki niye aniden hızlanma gereği duymuş?
Neden olacak, büyük patlamanın doğru çıkması için evrenin aniden hızlanarak genişlemesi gerekiyordu çünkü!
Ayrıca, karanlık madde iddiasının durumu çok çok daha kötüdür. Onlarca yıldır araştırılıyor olmasına rağmen bırakın kanıtlanmayı, hala nasıl bir parçacık tarafından oluşturulduğu bilinmiyor! Ama bu bir sonraki yazının konusu.
Bu yazı dizisi bittiğinde nasıl da tüm ana akım teorilerin büyük patlamaya çalıştığını göreceksiniz. Karanlık maddenin büyük patlama kuramının büyük bir tutarsızlığını örtmeye çalışıyor olması sadece bir başlangıç.
Ayrıca bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum:
“Bu çabaların iki ortak yanı bulunuyor. Birincisi, daha üst düzeyde fiziğe kaçış;
ikincisi, sığınılan yeni fizikte ortaya çıkan devasa boyutlu ayrıntıların deneysel
veya gözlemsel olarak sınanamıyor olması. Belki de bu nedenle bu modellere
“senaryo” deniyor!”
Bu kısaca nasıl büyük patlama kuramının sürekli çürütülmekten kaçtığını açıklıyor, aynı diğer onlarca ana akım fizik konusunda yapıldığı gibi! Bir teori ortaya atılır, tutarsız olduğu ortaya çıkar ya da deneylerle gözlenebilecek bir öngörüsü olmaz, daha sonra ise sürekli daha üst düzey büyük bir teorinin kendi açıklarını kapatacağını vaat ederler fakat o büyük teori asla bulunamaz ya da kanıtlanamaz. Ve bu araştırmalar için ayrılan onca kaynak ve para çöpe gider!
Büyük Patlama kuramında galaksileri oluşturmaya yetecek madde miktarı gözlemlenemedi ve ortaya karanlık madde çıktı. En az yarım asırdır araştırılıyor ama hala ne bir kanıt ne de başka bir doğru düzgün ilerleme var karanlık madde konusunda.
Büyük patlama sırasında olan olayları (ya da tekillikleri) tasvir edecek bir fizik teorisi yoktu ve böylece bir kuantum kütleçekimi teorisi ihtiyacı oluştu. Halakuantum teorisi ile kütleçekim kuvvetini aynı anda açıklayabilecek teoriler üzerinde çalışılıyor fakat hiçbiri ne kanıtlanabildi ne de doğru düzgün tutarlı teorik bir altyapısı olan bir teori oluşturulabildi. Sicim teorisi de kuantum kütleçekim kuramı olabileceğini vaat eder mesela ama bu teorinin de bırakın kanıtlanmasını, öngörülebilir tek bir iddiası bile yok! Yani deneyle kanıtlama şansları yok bile. Fizik dalı içinde yer bile alamamaları gerek fiziğin tanımı gereği. Çok çok çok yüksek enerjilerle araştırılabileceği iddia ediliyor sadece ama o da çok uçuk bir enerji seviyesi, tüm güneş sistemini saracak kadar uzun bir sisteme falan ihtiyaç var hani o kadar uçuk. Bu da doğrudan alıntıdaki ikinci ortak yana tekabül ediyor, devasa boyutlu ayrıntıların deneysel olarak sınanamaması.
Daha çok örnek vardır ama biz yolumuza devam edelim.
Şimdiki konumuz ise kırmızıya kayma ve evrenin genişlemesi. Bu aynı zamanda Büyük Patlamanın en kritik iddialarından biridir çünkü “galaksiler bizden uzaklaşıyor ve evren genişliyor ise geçmişte galaksiler daha yakın olmalılar ve eğer yeterince geriye dönersek tüm evren tek bir noktada birleşmiş halde olmalı” şeklinde basit bir akıl yürütme ile büyük patlama teorisine ulaşıyorlar. 10 sayfalık bir alıntı koymam gerekiyor ama okuduğunuza değecek emin olun. Bu alıntı bize kızıla kaymanın ve evrenin genişlemesinin hiç de sanıldığı gibi olmadığını gösterecek.
“
Evren Genişliyor Mu?
“
Bu arada bu alıntıyı alırken bir sorun olşutu ve bazı türkçe karakterlerin yerinde noktasız olanları var. İleride düzelteceğim şimdilik idare edin. Kaynak: [3] Yine aynı görsel sorunu devam ediyor.
“
Büyük Patlama çerçevesinde çalısan tüm evren modelleri evrenin genisledigini savunmaktadır. Uzay gerçekten genisliyor mu ? Bilim insanları bu sonucu hangi gözlemsel gerçekten çıkarıyorlar ? Bu soruların yanıtlarına asagıda deginecegiz. Evrenin genislediginden son derece emin olan Büyük Patlamacı evrenbilimcilerin sıkça kullandıkları savsözleri:“Kuazarlar en uzak gök cisimleridir. Ne denli uzaga bakarsak zamanda da o denli geriye,baslangıca gideriz” biçimindedir. Bugün birinci tümcenin dogruluguna iliskin çok ciddikuskular duymayı haklı gösterecek gözlemsel veriler bulunmaktadır. kinci tümceninse yarısıdogru yarısı yanlıstır! “Ne denli uzaga bakarsak zamanda da o denli geriye gideriz”. Bu tümcedogru. Isıgın bosluktaki hızının sabit ve bilgi tasımada erisilebilecek en büyük hız oldugunu gözlem ve deneylerden biliyoruz. Isık boslukta bir saniyede 300. 000 km yol kateder. Digerbir deyisle, 1 saniye º 300. 000 km denkligi dogrudur. Bu denklik bagıntısı, fiziginhomojenlik ilkesini çignedi demeyin! Bilindigi gibi fizik, esitliklerin veya denkliklerin herikiyanında yeralan fiziksel niceliklerin fiziksel boyutlarının aynı olması konusunda son derecedikkatlidir. Einstein’ ın Görelilik kuramında c = 1 alınır. Bu esitlik, L / T = 1 L = Tanlamına gelir. Yani, uzunluk demek zaman demektir ! Einstein zamanı iste böyle“uzaysallastırmıstır”; zamanın 4. Boyut olarak alınması böyle bir usa vurmaylagerçeklesmistir. “ Zamansız” Einstein bu nedenle, “Zaman bir ilüzyondur” demistir. Digeryandan Einstein’ın alan denklemlerinin çözümü evrenin dinamik “tarihçesini” verir; yani,evrenin R yarıçapının t zamanıyla nasıl degisecegini anlatmaya çalısır.
Yukarıda ‘dogru’ olarak belirledigimiz tümcenin isaret ettigi sonuçlara deginerek digertümceye geçelim. Çok çok çok 300. 000 km’ ler, çok çok çok saniyeler demek olacagından,“ne denli uzaga bakarsak zamanda da o denli geriye gitmis oluruz”. Ancak, ‘zamanda geriyegitmek’ niçin ‘baslangıca’ yaklasmak anlamına gelsin? Zamanda bir baslangıç oldugunailiskin elimizde gözlemsel-bilimsel veriler var mı? Hubble iliskisini kuazarlarauyguladıgımızda evrenin genisledigini savunamayacak duruma geldigimizi görecegiz.
Uzay, zaman ve erkenin bir baslangıcı olduguna iliskin iki gözlemsel sonuçbulunmaktadır : 1) Hubble iliskisi. Bu iliski, Sb türü sarmal kollu gökadalar içinde kırmızıyakayması 0.5 e dek olan gökadalar için saptanmıs olan bir iliskidir. liskiyi tüm gökcisimlerinedek uzatmanın olanaksızlıgına deginecegiz ; ve 2) Termodinamigin II. Yasası.Bu yazının konusu Hubble iliskisi oldugundan termodinamigin II. Yasasına deginipgeçelim. Entropi yasası olarak da bilinen bu yasa, “Çevresiyle ısı, erke, özdek, bilgi, vb. alısverisinde bulunmayan kapalı dizgelerdeki fiziksel süreçlerde entropi ya sabit kalır ya da artar.Eger entropi artıyorsa sürece tersinemez süreç denir. Dizge giderek termodinamik dengedurumuna yaklasır; öyle ki, dizge en sonunda ‘ısı ölümüne’ ulasır”.Düne degin evrensel bir yasa olarak sunulan II. Yasa diger adıyla Entropi yasasıdogada kendiliginden ortaya çıkan süreçlerde özgür ve kullanılabilir erkenin daima azaldıgını savunur.
Kötümser varolusçu felsefeye veya yazgıcı dinlere destek olarak kullanılan bu yasanıngeçerlilik sınırlarını iyi çizmek gerekiyor. Evrende gerçek anlamda ‘kapalı dizgelerin’olmadıgı gerçegini bir yana bırakırsak, günümüzün popüler paradigması olan Kaos kuramıtermodinamigin II. Yasası’nın geçerlilik sınırlarını çok güzel çiziyor ve bizi bu tarihsel vemantıksal tuzaktan kurtarıyor. Analitik olarak çözülebilen denge dısı dinamik dizgelerkaostan düzenin dogabilecegini kanıtlamıslardır. Bu kanıtlar, fizik, kimya, gökbilim, biyolojive toplumsal bilimler alanından çok çesitli örnekleri içermektedir. Karmasadan düzenindogması demek, dizge II. Yasanın geçerlilik sınırlarının dısında demektir. çersinde entropiüreten ancak ürettigi entropiyi dizgenin dısına atabilen yapılara erke tüketici yapılar(dissipative structures) denir. Bu yapılar, örgütlenmelerinin önünde engel olusturanentropinin dıs satımını çok etkin bir biçimde yapabilmektedirler. Böylece giderek daha üstdüzeyde örgütlenebilirler. ste insan, iste canlılar, iste insan toplumları, iste Benardhücreleri, vb. Bu konunun ayrıntıları bir baska yazının konusu olabilir.
Simdi Hubble iliskisi’nin isaret ettigi gerçeklere deginmeye çalısalım. Edwin Hubblezamanında gökadalar, eliptik, sarmal, çubuklu sarmal, düzensiz olarak sınıflandırılıyordu(Sekil 1). Hubble 60 adet Sb türü gökada üzerinde yaptıgı çalısmada, gökadaların görünürdeki parlaklıgıyla gökada tayflarındaki çizgilerin sergiledigi kırmızıya kayma arasında dogrusal birbagıntının varlıgını saptıyor (Sekil 2). Eger gözlenebilir çevrenimiz içindeki tüm gökcisimleriaynı dogrusal bagıntıya uyarsa, bu sonucun, evrenin genisledigine isaret ettigi yorumunuyapabiliriz. Sarmal kollu gökadalar o dönemde bilinen toplam türler içinde % 25 oranındadır.
Hubble, Realm of the Nebulae adlı essiz kitabında ilgili okuyucuyu bir konuda sürekliuyarıyor : “ Gözlemler, kırmızıya kaymanın gerçekten de devinimi temsil edip etmediginiiyice ortaya çıkarmadan önce herhangi bir kozmolojik yargıya varılmamalıdır… Bu arada,kırmızıya kaymalar, uygunluk açısından hız ölçekleriyle anlatılabilir. Kırmızıya kaymanındavranıs biçimi hız kaymalarınkine benzemektedir. Dikkatli bir biçimde kurdugumuztümcelerimizde ‘görünürdeki hız’ kavramını kullanmalı.”
Sekil 1: Gökadaların Hubble sınıflaması. E ve S türleri arasındaki geçis türü S0 dır. a, b, c, d, m dizisi ile gösterilen gökadaların sarmal kolları disk çevresinde sıkı sıkıya sarılı ve iyi tanımlanmıs kollardan açık, parçalanmıs kollara dogru gidisi anlatır.
Sekil 2. Hubble’ nin Sb türü gökadalar için olusturdugu fotografik salt parlaklık – hız logaritması grafigi.
(Hubble, Edwin, The Realm of the Nebulae, Yale University Press, London, 1936).ve genel kullanımı içinde ‘görünürdeki‘ sıfatını dikkate almasak da varlıgını daima anımsamalıyız.
Tanım geregi gözlenebilir evrenin tam ortasındayız. Yakın komsulugumuzuoldukça iyi tanıyoruz. Uzaklıkların artmasıyla birlikte bilgimiz azalıyor, üstelik hızla azalıyor.En sonunda teleskoplarımızın sınırına erisiyoruz. O sınırda artık gölgeleri ölçmeye baslıyoruz.Burada ölçüm yanılgılarımızın yanısıra bize ipucu olabilecek görüntüleri de arastırmayabaslıyoruz. Arastırmalarımız sürecek. Deneysel-gözlemsel kaynaklarımız tamamentükenmedikçe düssel spekülasyon alanına kaymamıza gerek yok”.
Hubble kendi çalısmalarının sınırının ayırdındaydı. “Gökbilim tarihi giderekgenisleyen çevrenimizin (ufkumuzun) tarihidir” derken belli ölçeklerdeki çalısmalarıngeçerlilik sınırlarının genisleyen çevrenle sürekli denetlenmesi gerekliligini vurguluyordu.Burada bir uyarı yapmakta yarar var; çevrenimizi genisleten etmenler, açısal, renk vezaman çözünürlügü ilerleyen teknolojiye kosut olarak artan algaçlardır. Örnegin,teleskobumuzun çapı büyüdükçe daha uzakları görmeye baslıyoruz, diger bir deyisle,“çevrenimiz genisliyor”. Bu genislemenin “uzayın genislemesiyle” ilgisi yoktur!Yinelemede yarar var: kırmızıya kayma degerleri en çok 0.5 olan Sb türü gökadalariçin saptanmıs olan bu iliskiyi kırmızıya kaymaları ölçülmemis olan diger gökadalara dekuzatan biliminsanları Eddington ve Lemaitre’dır. Evet, “serçenin iki ayagı iki kanadı vegagası var ve uçar. Öyleyse, iki ayagı, iki kanadı ve gagası olan her kus uçar” gibisinden birönerme, hindi, devekusu, tavuk, evcil ördek vb. kanatlılar için geçerli degildir! Dahası,Hubble zamanında bilinmeyen ancak bugün gökada yazınına girmis olan degisik türdengökadalar vardır. Bunlar ‘toptancı’ isimleriyle Etkin Gökada çekirdekleri (AGN) olarakanılmaktadır. Bu gökadalar, sarmal kolluların toplam nüfus içindeki % 25 oranını kimbilir nedenli küçülttü!
Biraz da kuazarlara deginelim. Kuazarlar çok parlak, yıldız benzeri noktakaynaklardır. Bazılarının çevresinde, gazoz reklamındaki ‘yüzbin baloncugun’ olusturduguhale benzeri bir yapı vardır. Kuazarların dıs görünümü, bilinen diger gökadaların görünüsünüandırmaz; çok uzakta oldukları varsayıldıgından, varsa bile sarmal kollarınınalgılanamayacagı savunulur. Isıtmaları çok yüksek oldugundan özeklerinde dev kütlelikaradelikler bulundugu varsayılır ; çünkü bu denli yüksek erkelerin ancak çekimsel erkeninözgür duruma geçmesiyle açıga çıkabilecegi savunulur. Çekimsel erkeyi özgür durumageçiren fiziksel süreç ise gökadadaki yıldızların karadelige dogru düsmeleridir.
Bu nedenle karadeliklere “kozmik yamyam” denir. Neligine kısaca degindigimiz kuazarlar gerçekten çok uzakta mı? Kuazarların sergiledigi kırmızıya kaymanın ‘inanılmaz’ boyutları, kozmolojik kırmızıya kayma kavramını gündeme getirmistir. Kozmolojik kırmızıya kayma Doppler kayması ve çekimsel kırmızıya kaymadan farklıdır. Kozmolojik kırmızıya kayma uzayın genislemesinin dogurdugu bir etkiolarak sunulur. Ancak, bunu söyleyebilmek için Hubble kutusunun dısında yeralan tümgökadaların veya gökcisimlerinin dagılımının da dogrusal yasaya uygun olması gerekir (Sekil3). Sekil 4 , kuazarlar için çizilmis olan Hubble iliskisidir. Aslında “iliskisizligi” demek dahadogrudur. Gerçekten de kuazarların görünürdeki parlaklıgı ile kırmızıya kaymaları arasındabir iliskinin varlıgından sözedebilmek için ‘bilim karsıtı’ derecesinde yanlı olmak gerekiyor.Sekil 4 deki gözlem verilerine çok çesitli istatistiksel yöntemler uygulanmasına, aynı verilerindegisik biçimlerde yerlestirilmis olmasına karsın veri noktalarının dagılımı asla ve asla egimi5 olması gereken bir dogru ile temsil edilememistir. Eger bunu basarabilseydik, diger birdeyisle, Hubble’ın Sb türü gökadalar için saptadıgı dogrusal iliskinin, Hubble kutucugunundısında da geçerli oldugunu gösterebilseydik, evrenin genislediginden sözedebilirdik.
Sekil 3. Hubble kutusu (“Hubble’s Box”) dısındaki bazı gökadalar ve kuazarlar dogrusal bagıntı ilebetimlenemez. Bu nedenle evrenin genislemesinden sözetmek dogru degildir.
Sekil 4. Kuazarlar için Hubble bagıntısı. Grafikteki noktaların bir dogru ile anlatılamayacagına dikkat ediniz.kincisi, kozmolojik hipoteze göre, birbirinden olabildigince farklı kırmızıya kaymasergileyen iki gökcisminin Yer’deki gözlemciden aynı uzaklıkta bulunması olanaksızdır.
Halton Chip Arp 1949 yılında Harvard College’dan mezun olur. 1953 yılındaCalifornia Institute of Technology’ de doktorasını tamamlar. 29 yıl süreyle Mt. Wilson vePalomar gözlemevlerinde kadrolu çalısır. 1980 – 1983 yılları arasında Astronomical Society ofthe Pacific toplulugunun baskanlıgını yapar. Yaptıgı çalısmalardan dolayı, Helen B. Warner;Newcomb Cleveland ve Alexander von Humboldt ödüllerini alır. Günümüzde de etkin olanbilimsel yasamına 1965 yılında baslar ve çogu Astrophysical Journal, Astronomy &Astrophysics adlı birinci sınıf gökbilim dergilerinde olmak üzere birçok makalesi yayınlanır.Bulguları, evrenbilimin ana akıntısındaki görüsleri çürüttügünden ünlü gözlemevlerindekiteleskop zamanı elinden alınmıs, bilimsel makaleleri yıllarca bekletildikten sonra yabasılmamıs ya da basılabilmesi için “bilimsel ödünlerde” bulunması istenmistir!Bilimsellikten ödün vermeyen Arp kendi deyisiyle, “Bilimsel sonuçların standart bilimdergilerinde yayınlanması ve tartısılması engellenince yapacak bir tek sey kalıyor : kitapyazmak”.
Bunun üzerine Halton Chip Arp , 1987 yılında Interstellar Media adlı yayıneviyleanlasarak Quasars, Redshifts and Contraversies adlı kitabını yayınlatır.Bu kitapta Big Bang evren modelini yanlıslayan birçok gözlemsel veri yeralmaktadır.Kitabın iletisi son derece açıktır: “ Gözlemsel veriler kırmızıya kaymanın kuazarlar için iyi biruzaklık ölçegi olmadıgını gösteriyor…Bugün elimizdeki zengin veriler yalnızca kuazarlarındegil çogu gökadaların da görünürdeki parlaklık – kırmızıya kayma bagıntısına yani Hubblebagıntısına uymadıgını göstermektedir.‘Pekiyi, tüm bu saglam kanıtlara karsın bilim dünyası gerçeklere sarılmada, onlarıyüceltmede niçin yavas veya isteksiz davranıyor ; çürütüldügü savunulan Big Bang modelininiçin bırakmıyor?’ sorusu sorulabilir. Bu sorunun yanıtını, ‘ne yazık ki evrenbilim ve parçacıkfizigi alanlarında ortaçagın sonlu evren modeli hortlamıstır. Gözlemsel – deneysel sonuçlaryerine fiyakalı matematiksel sonuçlar yeglenmektedir ‘biçiminde vermek zorundayız.
Big Bang yalnızca evrene iliskin bir model degildir. Bu model, birçok fiziksel süreçlerin yanısıra,insanın tanrılarıyla olan iliskileri gibisinden metafizik sorunlarına; yönetici sınıfların yönetilenlerle olan hiyerarsik iliskilerine de yanıt veriyor. Kısacası, Big Bang’in öyküsüyalnızca gökyüzünün ve gökbilimcilerin öyküsü degildir.
H.C. Arp’a göre Big Bang’in çöküs süreci, Ermenistan’da, küçük bir Schmidtteleskopla gözlem yapan Markarian adlı bir gökbilimcinin bulgusuyla baslıyor. Güçlü moröteısınımı salan sürekli kaynaklar üzerine bir arastırma yapan Markarian NGC 4319 sarmal kollugökada yakınında kuazar benzeri bir cisim buluyor ve bu cisme Markarian 205 adını veriyor(Sekil5). Daha sonra Daniel Weedman kuazarın tayfını alıyor ve kırmızıya kaymasındanuzaklasma hızını 21000 km s -1 olarak buluyor. Diger yandan NGC 4319 gökadasının bizdenuzaklasma hızı 1700 km s -1 olarak bulunuyor. Arp, fotograf plagı üzerinde birbirine çokyakın bulunan bu iki gökcisminin birbirine yakın olup olmadıgını incelemeye baslıyor.Eastman Kodak firmasının özellikle gökbilim çalısmaları için ürettigi, son derece duyarlıIIIa-J filmiyle kuazar-gökada çiftinin fotografını yeniden çekiyor. Bunun için Mt.Palomar’daki 5 m lik yansıtıcı teleskopta 4 saatlik poz süresi gerekiyor.
Çekmis oldugu fotograf plagını banyo eden Arp kuazar ile gökada arasında yeralan ısıklı bir köprününvarlıgına dikkat ediyor. Büyük teleskoplarla çalısan deneyimli gökbilimciler bir fotografplagındaki görüntünün netligi, biçimi ve boyutlarına bakarak onun gerçek bir gökcisminingörüntüsü mü yoksa emülsiyon bozuklugu mu oldugunu hemen söyleyebilir. Arp’a göre NGC4319 gökadasıyla Markarian 205 kuazarı arasındaki ısıklı köprü gerçek bir görüntüydü.Bununüzerine Arp kendisine, “Kuazarla gökada fotograf plagı üzerinde birbirine çok yakınduruyorlar. Acaba Markarian köprüsü önalandaki bir gökadayla ardalandaki bir kuazarınısıklarının saçılması sonucunda olusmus bir ‘sızıntı’ mı?” sorusunu yöneltiyor. Yanıt,“Olamaz!” oluyor. Çünkü, gökyüzünde birbiriyle fiziksel iliski içinde bulunmayan ancakfotograf plagı üzerindeki görüntüleri birbirine yakın konumlara izdüsen gökcisimleriningörüntüleri birlesirken arada kum saatine benzer bir ısık sızıntısı olusur. Markarian köprüsüdar ve düz uçlara sahip bir köprü oldugundan iki cismin birbirine fiziksel olarak baglıoldugunu kuskuya yer bırakmayacak biçimde sergiliyor.Bulgunun bilim dünyasında dolasıma girmesiyle birlikte Big Bang yanlıları da kendi fotograflarını çekiyorlar. 2 m çapındaki bir teleskopla çektikleri fotograf plagında NGC 4319gökadasıyla Markarian 205 kuazarı arasındaki ısıklı köprü kendisini göstermiyor. Onlar dakendi plaklarını bilim dünyasında dolasıma sokuyorlar. Amaçları, Arp’ın iyi bir fotografçıolmadıgı izlenimini bırakmak. Ancak Arp iki farklı görüntüyü olusturan teleskopların fotontoplama güçleri oranının (2 / 5) 2 = 0. 16 oldugunu, dolayısıyla 2 m lik teleskobun Markarianköprüsünden gelen fotonları toplayamayacagını gösteriyor.
Bunun üzerine diger grup, Arp’ınsergiledigi bilimsel gerçegi yadsımak için iki sav gelistiriyor: 1) Markarian köprüsü gerçekdegil; 2) Isıklı köprü gerçekse bile büyük bir olasılıkla ardalanda bulunan ve tam kenardangözlenen bir gökada görüntüsüdür.Ancak Markarian köprüsünün “yüzey parlaklıgı” bir gökadanınkinden oldukça çokdüsüktür. Bu nedenle bir gökada olma olasılıgı yoktur! Ayrıca, tam kenardan gözlenengökadaların yüzey parlaklıgı gökada özeginden uçlara dogru gidildikçe azalır. Dikkat edilirseMarkarian köprüsünde böyle bir azalma yok! Daha sonra gelistirilen CCD teknolojisiyle eldeedilen görüntüler de köprünün ne kum saati biçiminde ne de tam kenardan gözlenen gökadadiski biçiminde oldugunu göstermistir. Ancak, yukarıda ileri sürdükleri savlardanvazgeçmeyen Big Bang yanlıları degisik kırmızıya kayma gösteren gökcisimlerinin fizikselolarak iliskili olamayacagı konusunda ayak diretmeyi sürdürmektedirler.
Sekil 5. NGC 4319 sarmal kollu gökadası ve hemen yanında okla gösterilen Markarian 205 kuazarı.Teknik ayrıntılarda bogulan Big Bang yanlıları çok önemli bir özelligi gözdenkaçırdılar. Dikkat edilirse NGC 4319 alısılmısın dısında bir sarmal kollu gökadadır.Gökadanın sarmal kolları kökünden kopmus durumda! Gökada yaklasık 10 milyon yıl önce yabir patlama ya da büyük bir tedirginlik yasamıs olmalıdır. Kuazarı gökadaya baglayan ısıklıköprünün önemi, köprü boyunca gökadaya dogru ilerledigimizde gökadanın tam özeginevarıyor olmamızda yatıyor. Bu gerçek, kuazarın gökada özeginden fırlatıldıgına iliskinhipotezi dogrular görünüyor. Çogu gökada çekirdekleri etkindir; yani özekten dısarıya dogruyüksek erkeli ısınım, radyo yumakları ve ısınım yapan özdek fırlatırlar. Fırlatılan özdek veısınım zamanla degisir. Markarian köprüsü de Markarian 205 kuazarının NGC 4319gökadasının özeginden fırlatılmıs bir cisim oldugunu dogrularcasına orada yatıyor.1973 yılında baslayan bu tartısma 1984 yılında Jack Sulentic’in çalısmasıyla Arp’ınsavını dogrular yönde bir gelisme göstermistir. Aradan geçen 11 yıllık süre içindePalomar’daki 5 m lik teleskopla alınan en iyi 4 görüntüyle, Kitt Peak Ulusal Gözlemevindeki(KPNO) 4 m lik teleskopla alınan en iyi 3 görüntüyü JPL deki görüntü islemcisine sokanSulentic, Markarian köprüsünün NGC 4319 gökadasının özegine dek uzandıgını gösteren birgörüntü elde etmistir. Aslında köprü, gökada diskini boydan boya geçen bir ‘omurganın’varlıgını da ortaya çıkarmıstır. Gökcisimlerinin fırlattıgı jetlerin hemen hemen daima bir dekarsı jeti bulunur. Bu gerçekten yola çıkan Sulentic, ‘omurganın’ diger ucunda, Markarianköprüsü ile bakısık konumda yıldızımsı bir nesnenin olup olmadıgını arastırdı. Gerçekten demoröte CCD görüntüsünde karsı jetin varlıgı görüldü. Bu arada Palomar’daki 5 m lik teleskopArp ve Sulentic’e kapatıldıgından (!) karsı jetin tayfını 4 m lik KPNO teleskobunda almakzorunda kaldılar. Güvenilir bilimsel sonuçların elde edilebilmesi için daha fazla teleskopzamanına gereksinimleri var. Ancak çalısmaları ana akıntıdan saptıgı için bu tür projelerteleskop zamanı bulamıyorlar.Bu arada KPNO’da elde ettikleri tayflar hiç beklenmedik sonuçlar gösterdi. Ha ısınımısarmal kollu gökadalar için tipiktir. Ancak NGC 4319 gökadası Ha ısınımı göstermemektedir.Bunun yerine tüm gökada diskinden yalnızca iyonlasmıs azotun ısınımı gelmektedir. Bu da sarmal kollu gökadalar için olaganüstü bir durumdur. Tayf verileri gökadanın siddetlitedirginliklerle sarsıldıgını göstermektedir.NGC 4319 – Markarian 205 çifti üzerine yapılan çalısmaların en ilginci de bir çift“suskun” (!) gökbilimciden geldi. 5 m lik Mt. Palomar teleskobunda oldukça uzun gözlemzamanı bulabilecek denli ayrıcalıklı olan Caltech’li bir gökbilimciyle onun ngiliz arkadası,düsük kırmızıya kaymalı cisimler yanındaki yüksek kırmızıya kaymalı cisimler üzerindeyogunlasmıslardı.
Bu kisiler, yüksek kırmızıya kaymalı cismin tayfında düsük kırmızyakaymalı cismin sogurma çizgilerini algıladıklarında, bu sonuçları, yüksek kırmızıya kaymalıcismin daha uzakta oldugunun kanıtı olarak yorumluyorlardı. Bu yorum çok saglıklı sayılmaz.Aslında yüksek kırmızıya kaymalı cisim digerinin hemen arkasında veya içinde olabilir vehatta düsük kırmızıya kaymalı cisim tarafından fırlatıldıysa o cismin özdegini bir kuyrukluyıldızın saçı gibi çevresinde toplamıs da olabilir. Öyle ya da böyle! Eger yüksek kırmızıyakaymalı cismin tayfında düsük kırmızıya kaymalı cismin sogurma çizgileri yoksa, bu bulgu,‘yüksek kırmızıya kayma gösteren cismin digerinin önünde oldugu’ biçiminde yorumlanmalıdır.
Bu durumda Big Bang yanlılarının bir tek çıkar yolu kalıyor: eger yüksekkırmızıya kaymalı cisme düsük kırmızıya kaymalı gökadadaki vakum benzeri bir bosluktanbakıyorsak sogurma çizgileri gözlenemeyebilir (Gerçekten de Samanyolu gökadasınınözegine yakın bir yerde, gökada konsayıları l = 00. 9 ve b = – 30. 9 olan noktada bir “gökadapenceresi” bulunmaktadır. Bu bölgede yıldızlararası gaz ve toz çok düsük yogunlukluoldugundan o bölgede optik gözlemlerin yapılabilmesine izin verir). Ancak NGC 4319gökadasının Holmberg yarıçapını belirlemek amacıyla olusturulmus olan esyükselti haritası odenli düzgün dagılımlı ki bu olasılıgı da çürütüyor.
Adı geçen Caltech’li ve ingiliz gökbilimcinin Markarian 205 örnegi üzerinde çokyogun çalıstıkları haberi Arp’a sızdırılır. 1983 yılında Liege’deki uluslararası toplantıda Arpbu iki bilimciye Markarian 205 ile ilgili çalısma sonuçlarını sorar. Onlar da kuazar tayfındasogurma çizgileri gözleyemediklerini açıklarlar. Bu öykünün tüyler ürpertici yanı sudurünyanın en büyük teleskoplarından devasa boyutlarda gözlem zamanı alabilme ayrıcalıgınasahip olan bu biliminsanları (!) yapmıs oldukları bilimsel çalısma sonuçlarınıyayınlamamıslar, elde ettikleri bilgileri, kendi evren modellerine aykırı düstügü içingizlemislerdir.”
Şimdi araya giriyorum ama KİMMİŞ ŞİMDİ SÖZDEBİLİMCİ OLAN HA? KENDİ TEORİLERİNİ ÇÜRÜTEN BULGULAR BULUP GİZLEYEN SİZLER Mİ YOKSA SÜREKLİ GÖRMEZDEN GELİNEN VE DIŞLANMASINA RAĞMEN GERÇEKLERİ SAVUNAN BİZLER Mİ?
Aniden sinirlendim pardon. Benim en mantıklı bulduğum teori olan Elektrik Evren hakkındaki madde taaa 2005’te wikipedinin yozlaştırılması fazla yokken kaldırıldı. 2005 yani düşünün artık daha 2014’teyken bile wikipedi fazla kötü durumda değildi. Şuan wikipedi’nin kurucusu bile söylüyor wiki’nin güvenilir olmadığını. Ama taaa 2005’te ne olduda kaldırıldı o madde bilmiyorum. Ya yahudilerin müdahalesi ya da bir tarz kural ihlali oldu.
Devam ediyoruz.
“NGC 4319 – Markarian 205 ikilisi çok tartısılmıs bir örnek oldugundan üzerinde ayrıntılarıyladurduk. Arp’ın kitabında benzer tartısmalı örneklerin sayısı çok (Sekil 6a, b) Yansız birokuyucu için, kuazarların etkin gökada özeklerinden fırlatılan cisimler oldugu hipotezi kitabınsayfalarından dısarıya fırlıyor! Etkin gökadaların evren içindeki konumlarıysa hiç deayrıcalıklı degil. Bunlar çok yakınlarımızda da orta uzaklıklarda da çok uzaklarda dabulunabilir. Dolayısıyla kuazarlar hiç de sanıldıgı gibi uzak gökcisimleri degil. Sergilediklerikırmızıya kaymanın belli bir bölümü Doppler, kozmolojik veya çekimsel kaynaklı olabilir.Ancak kuazarların kırmızıya kaymalarının esas nedeni özgün bir fiziksel sürecin varlıgınaisaret ediyor; ama ne? Henüz bilemiyoruz (Wolf etkisi, dispersion,vb.). Çizelge 1, yakınkomsulugunda birden çok kuazar bulunan gökadaları gösteriyor.
Sekil 6(a) NGC 7603 gökadası ve ısıklı köprü ile baglanan kuazar; (b) Parkes 1327 – 206 kuazarı ve onugökadaya baglayan ısıklı köprü.Kuazarlar konusunda ana akıntıya karsı yüzen genç ve yaratıcı biliminsanlarından bir digeride K.G. Karlsson’dur. Karlsson, kuazar kırmızıya kaymalarının ‘kuantlastıgını’ göstermistir.Buldugu iliski, D log (1+ z) = 0. 089 bagıntısıyla anlatılır. Ancak bu parlak gökbilimci,gökbilim dünyasında is bulamamıs ve tıp alanında gelecek aramak zorunda kalmıstır.
türü gökadalar için elde edilmis olan Hubble iliskisine bakarak ya da geçerliliksınırları, denge durumundaki dizgelerle sınırlanmıs olan termodinamigin II. Yasasınayaslanarak evrenin belli bir zamanda basladıgını, genisledigini ve ‘ısı ölümüne’ dogrugittigini söyleyebilmek için ya yazgıcılıgın prangalarına gönüllü baglanmak ya da kötümservarolusçu olmak gerekiyor.
Çizelge 1. Yakın komsulugunda birden çok kuazar bulunan gökadalar. z , kırmızıya kayma degerini ; p de ilgilikuazarın gökada yakınında raslantısal olarak bulunma olasılıgını simgeler. Eger p > 0. 01 ise kuazarın gökadayakınında raslantısal olarak bulundugunu söyleriz. Uzaklıklar yaysaniyesi cinsindendir.
Kaynaklar :Arp, H.C., Quasaras, Redshifts & Controversies, Interstellar Media, Berkeley, 1987.Hubble, Edwin, The Realm of the Nebulae, Yale University Press, London, 1936 “
Böylece kızıla kaymayı göstererek evrenin genişlediğini iddia etmenin ne kadar saçma olduğunu görmüş olduk. Mikrodalga ışıma ardalan değil, kızıla kayma tüm yapılar için geçerli değil, e ne kaldı geriye Büyük Patlama kuramında kanıt olarak sunulabilecek? Sadece madde dağılımıyla alakalı bir konu var, ondan sonra bu yazıyı (umarım) sonlandırabilirim.
“Hafif Element Bolluğu ve Neutrino Sayısı Ağır element bollukları Büyük Patlamaya karşı sav olarak kullanılmaktadır. Şimdi, standart model de ağır elementlerin yıldızlardaki atom çekirdekleri sentezinden geldiğini onamış, dikkatini hafif elementler üzerine yoğunlaştırmıştır. Diğer kozmoloji modellerinde hafif elementlerin varlığını açıklamada kullanılan ‘kozmik ışın parçalanmasını’ (spallation) yadsıyan Büyük Patlama modeli, dört hafif elemen arasındaki iyi uyumu sağlamak ve korumak amacıyla ayarlanabilir parametre (foton/baryon oranı) kullanır. Öngörülen He4 bolluğu, yıldız çekirdek sentezlerinden beklenen değere yakın olduğundan çok önemi değildir. Eğer yıldız hidrojen yakıtını tamamen tükettiğinde, hidrojenin çoğu He4 ve daha ağır elementlere dönüşmüşse, He4 bolluğu hidrojen bolluğunun %25’inden yalnızca birazcık az olmalıdır. Çünkü 4 hidrojen atomu 1 He atomu üretir. Bu oranın ‘biraz az’ı çok az sayıdaki atomun He yerine daha ağır elementlere dönüştüğünü anlatır. Gözlenen deuterium bolluğunu değerlendirmek zordur. Hubble Uzay Teleskobundan gelen en son değerler, bu bolluğun Büyük Patlama öngörülerinden daha az olduğu yönündedir. Böylece, bir ayarlanabilir parametre yardımıyla, He3 ve Li elementi Büyük Patlama öngörüleri için ‘iyi uyum’ sağlar. Bu parametre, foton/baryon oranıdır. Uydurulan (fit) en iyi değer, evrenin kütle yoğunluğunun (Ω – omega) 0.1 den az olmasını gerektirir (yani evren ‘açık’tır; bu durum Büyük Patlamanın bazı popüler versiyonlarıyla çelişki yaratır). Ek olarak, Be element bolluğu üzerine yapılan son değerlendirmeler, bu elementin evrende Büyük Patlamanın öngördüğü değerden bin (1000) kez bol olduğuna işaret etmektedir. (G. Gilmore ve ark., First detection of berylium in a very metal poor star: a test of the standart Big Bang model, ApJ, 378, pp.17 – 21, 1991).”
Büyük Patlamanın element bolluğunu öngörmede diğer kozmolojik modellerden daha iyi olduğu iddiası haklı gösterilemez. “
Ayrıca, büyük patlama teorisinin ingilizce sayfasında bizzat kendileri bazı element bolluklarının kendi kuramlarıyla uyuşmadığını söylüyorlar.
” The measured abundances all agree at least roughly with those predicted from a single value of the baryon-to-photon ratio. The agreement is excellent for deuterium, close but formally discrepant for, and off by a factor of two for “
,
“In astronomy, the lithium problem or lithium discrepancy refers to the discrepancy between the primordial abundance of lithium as inferred from observations of metal-poor (Population II) halo stars in our galaxy and the amount that should theoretically exist due to Big Bang nucleosynthesis+WMAP cosmic baryon density predictions of the CMB. Namely, the most widely accepted models of the Big Bang suggest that three times as much primordial lithium, in particular lithium-7, should exist. This contrasts with the observed abundance of isotopes of hydrogen (1H and 2H) and helium (3He and 4He) that are consistent with predictions.[1] The discrepancy is highlighted in a so-called “Schramm plot”, named in honor of astrophysicist David Schramm, which depicts these primordial abundances as a function of cosmic baryon content from standard BBN
predictions.
“
Kızıla kayma evrenin genişlediğini kanıtlayamıyor, mikrodalga ışınımının büyük patlamadan kaynaklandığı iddiası belirsiz, hatta büyük patlamada söylenilenlerin tam tersinin çıkma ihtimali daha yüksek, madde bolluklarının öngörülerle uyuşmadığı wikipedide bile yazıyor, ee?
Ne kaldı elinizde kanıt olarak sevgili sonuna kadar gerçek ve sorgulanamaz şekilde doğru büyük patlama kuramının savunucuları? Koca bir hiç.
Böylece Büyük Patlama kuramını kanıtladığı söylenen tüm iddiaların boş çıktığını görmüş olduk.
Şimdi biraz da Büyük Patlama Kuramının kurucularından bahsedeceğim.
Öncelikle büyük patlama kuramının temelini atan kuram Einstein yahudisinin genel görelilik kuramıdır.
Büyük patlama kuramı için ilk adımı ise Katolik bir rahip olan Lemaitre’den geldi.
“George Lemaitre (d. 17 Temmuz 1894, ö. 20 Haziran 1966), Belçikalı bilim insanı ve rahip. Louvain Üniversitesi‘nde gökbilim okudu ve daha sonra aynı üniversiteye gökbilim profesörü olarak atandı.
Lemaitre, Einstein‘ın genel görelilik kuramından yararlanarak evrenin genişlediğini söyledi. Evrenin bir zamanlar bir atomun içine sıkışmış olduğunu iddia etti. Georges Lemaître 1927’de bu atomun parçalandığını ve her yana sıcak gazlar saçtığını öne sürdü. Bu tezi daha sonraları Büyük Patlama kuramı olarak adlandırıldı. …Büyük Patlama teorisi ilk olarak Georges Lemaître tarafından öne sürülmüştür.[kaynak belirtilmeli] “
İkinci ve üçüncü bölümde bol bol bahsedeceğim kişllerden biri olan nobel ödüllü fizikçi Hannes Alfven bu konuda şöyle söylüyor:
“Lemaître’in teorisinin temel güdüsünün, kendi fiziğini, Kilisenin hiçlikten yaratılış öğretisiyle uzlaştırma ihtiyacı olduğunu daha o zamandan anlamıştım.”
Daha sonra İse asıl bahsetmek istediğim kişi olan Eddington var. Büyük patlama kuramının ilk teorilerinde çokça katkısı olmuştur. Ayrıca Einstein’ın makalelerini tüm dünyaya tanıtmıştır ve bir keşif gezisine çıkıp Einstein’ın teorisini sınamıştır.
“Standart kozmolojinin bazı yandaşlarının tavrı, Eddington’un, ‘eğer kuramla deney
arasında bir uyuşmazlık varsa, deneylere inanmayın’ önerisine uymak olmuştur”. (Proceed.
Gravitation & Rel. Astrophysics, World Sci. Singapore, 1982, s. 117)
Asıl görmenizi istediğim şey Eddington’un bu sözüydü. Deneylere inanmayın demek tüm bilimsel ilkeleri çöpe atmak demektir. Ve saygın bir bilim insanı olduğu söyelenen biri söylüyor bu sözü! Bu söze ne söylesem az kalır.
Ben Satanizmle ilk tanıştığımda büyük patlamaya inanmadıklarını görmek tuhaf geliyordu ve açıkçası satanistlerin yanıldığını düşünüyordum. Ancak daha fazla araştırma yapıp Rennan Pekünlü’nün kitapalrına rastlayıp okumaya başlayınca herşey yerine oturmaya başladı.
Ve tam olarak bu sözü okuduğum anda büyük patlama zırvasından koptum. Tam olarak bu sözü okudğumda, tüm ana akım fizikten nefret etmeye başladım. Tam olarak bu sözü okuduğumda, ne kadar ana akım fizik teorilerini savunan insan varsa hepsine öfke duymaya başladım.
SS olun ya da olmayın, benim karşımda karanlık maddeyi, karanlık enerjiyi, sicim teorisini vs. öve öve çok iyi birşeymiş gibi anlatırsanız, düşmanım olursunuz. Bu konuda asla taviz vermem. yahudilerin boklu zihninden çıkmış teorilerin olmayı hak ettiği tek yer lağımdır, joy of satan forumları değil.
Yemin ediyorum Eddington’u sokakta görsem bir saniye bile düşünmeden boğarım, o kadar çok nefret ediyorum.
Her neyse.
Daha yazılacak çok şey bulabilirim ama yazı çok uzadı ve ben bu yazının 23 Aralık’ta yani Şeytan’ın Gününde yayınlanmasını istiyorum. Bu ayrıca yazı dizim için mükemmel bir başlangıç tarihi olacak.
Ha bu arada unutmadan, Yule bayramınız kutlu olsun! Bu yazıyı da bizim için durmadan çalışan Şeytan’a ve tüm Tanrılara armağan ediyorum! Ya da atfediyorum. Adıyorum? Buna uygun bir kelime vardı ama tam emin olamadım şuan.
Her neyse, sonraki yazı ne zaman gelir hiçbir fikrim yok. Görüşürüz!
Söz verdiğim gibi, tüm ana akım fizik konularına değineceğim yazı dizisine başlıyorum. Ana akım desek de bu konular, daha çok yahudi fiziğidir bu.
Bu yazıda asıl büyük mevzuyu yani büyük patlama kuramını ele alacağız. Muhtemelen en uzunu da bu kısım olacaktır.
Şuan bunun farkında değilsiniz muhtemelen ama, kalan tüm ana akım fizik konuları büyük patlama kuramını ayakta tutmak için varlar. Tüm o karanlık madde, karanlık enerji vs. konuları da tıpkı büyük patlama gibi yahudi saçmalıklarından ibaret. En azından çoğu öyle diyebiliriz.
Hepsi yahudi fiziği ağının bir parçası. Aynı örümcek ağları gibi tüm konular birbiriyle bağlantılı.
Aslında Nazi Almanyasında da yahudi fiziğiyle savaştan bahsediliyordu. Yahudi fiziğine karşı çıkardıkları bir de Aryan Fiziği (Alman Fiziği olarak da anılır bu) akımı vardı ama konumuz bu değil. Aryan Fiziği ile alakalı bir yazı da gelecek.
Bu yazı dizisinin üç bölümden ve bir sürü alt kısımdan oluşmasını planlıyorum.
1. Bölüm: Ana Akım fiziğin anlatımı ve ifşası
2. Bölüm: Gerçekten Evrenin Yapısını Açıklayabilecek Kuramlar
3. Bölüm: Elektrik Evren, Plazma Kozmolojisi ve Ruhaniyet ile Satanizm Arasında Olabilecek Olası İlişkileri
Ve tüm bu bölümlere ait alt bölümler olacak.
Açıkçası, benim az sonra yapacağım gibi detaylıca bir büyük patlama ifşası joy of satan forumlarında bulunmuyordu. Sitede zaten yok (satanisgod.org), sadece çok kısa ve yüzeysel bir iki yazı var.
Bunun sebebi de basit, öncelikleri bu değildi. Yüksek Rahipler oldukça meşgul oluyor zaten.
Hatta Yüksek Rahibe Maxine’nin şöyle bir sözü var:
“I majored in the physical sciences when I attended university many years ago. “
Direkt fizik okumuş olmasına rağmen küçük 2-3 yazı koyup bıraktıysa gerçekten de bu konular hiç öncelikte değil demektir.
Ama bu gerekli olmadığı anlamına gelmiyor. Satanizme yeni katılan insanlar Büyük Patlama Kuramına inanmadığımızı görünce şüpheye düşebilirler.
Ama asıl gerekli olma sebebi şu, eğer fiziği yahudi etkisinden kurtatıp bir “Aryan Fiziği” yaratacaksak önce bu tarz temel konularda hemfikir olmalıyız. Büyük patlamanın neden saçmalık olduğu, karanlık maddenin neden fiziğe girmiş en büyük kandırmacalardan biri olduğu vb. Daha sonra gerçek olabilecek teorileri anlatacağım ve en sonunda da benim asıl ilgilendiğim alan olan plazma kozmolojisine gireceğiz.
Üç bölümde tamamlandığında, SS topluluğu olarak elimizde sağlam bir temel olacak, böylece üzerine birşeyler inşaa edebileceğiz. Şu an forumlarda fizikle alakalı oluşturulan bütün fikirler dağınık halde ve bu yüzden hiçbir işe yarar teori ortaya çıkamıyor. Bu yazılar sayesinde tüm bilgileri toplayıp işe yarar teoriler ortaya çıkarabiliriz. Daha fazla bilgi edindikçe dönüp ilgili yazıları da güncelleyeceğim.
Bu arada benim ana akım fiziğe karşı büyük bir öfkem var. Arada bir sövebilirim yani ona göre.
Yolumuz uzun ama yürüdüğümüze değecek. Hep birlikte yahudi fiziğinin üstesinden geleceğiz.
Oğlum o değilde 6.5 saatte sadece girişi yazabildim lan nasıl bitecek bu yazı? (Gelecekten not: Kalan kısımları yazmak girişi yazmaktan çok daha kısa sürdü.)
Neyse ben giriyorum konuya bu giriş kısmı çok uzadı.
1.1: Büyük Patlama Kuramı Nedir?
Öncelikle Büyük Patlama Kuramının ne olduğunu düzgünce öğrenelim ki yanlışlarını açıklayabilelim. Bu arada fizik konusunda henüz akademik olarak eğitimim yok o yüzden genelde bazı yerlerden aldığım alıntılarla ilerleceğim çoğunlukla. Ve olabildiğince günümüzdeki versiyonundan bahsetmeye çalışacağım. Tarihsel gelişimine vesaire pek girmeyeceğim.
Peki nedir bu Büyük Patlama Kuramı?
“Büyük patlama (İngilizce: Big Bang), evrenin en eski 13,8 milyar yıl önce tekillik noktası denilen bir noktadan itibaren genişlediğini varsayan evrenin evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul gören[1] kozmolojik modeldir. İlk kez 1920’li yıllarda Rus kozmolog ve matematikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı fizikçi papaz Georges Lemaître [2] tarafından ortaya atılan bu teori, çeşitli kanıtlarla desteklendiğinden bilim insanları arasında, özellikle fizikçiler arasında geniş ölçüde[3] kabul görmüştür.
Teorinin temel fikri, hâlen genişlemeye devam eden evrenin geçmişteki belirli bir zamanda sıcak ve yoğun bir noktadan yani tekillik noktasından itibaren genişlemiş olduğudur. Georges Lemaître’in önceleri “ilk atom hipotezi” olarak adlandırdığı bu varsayım günümüzde “büyük patlama teorisi” adıyla yerleşmiş durumdadır. Modelin[4] iskeleti Einstein’ın genel görelilik kuramına dayanmakta olup, ilk Big Bang modeli Alexander Friedmann tarafından hazırlanmıştır. Model daha sonra George Gamow ve çalışma arkadaşları tarafından savunulmuş ve ilk nükleosentez olayı eklenmek suretiyle [5] geliştirilerek sunulmuştur.[1]“
Kısacası, evrenin 13.8 milyar yıl önce sonsuz yoğunluk ve sonsuz küçüklükteki tek bir noktadan “patlayarak” oluştuğunu ve daha sonra genişleyerek günümüzdeki halini aldığını söyleyen bir kuramdır. Bu sonsuz küçük noktaya genel olarak tekillik adı verilir ve kara deliklerin merkezinde de var olduğu iddia edilir.
İlk hata daha buradan başlıyor ama çürütme işlemine henüz geçmeyeceğim.
Bu kuramın fizikte bu kadar kabul görmesinin birkaç sebebi var ama biz şimdilik sadece genel kabulden ilerleyelim.
İddia ettiklerine göre, büyük patlama kuramının çok sağlam birkaç kanıtı bulunuyor. Daha fazla kanıt olduğunu idida ediyor olabilirler ama en kritik olanları şunlardır:
3.1 Kozmik arka plan
3.2 İlk nükleosentez (Element Dağılımları)
Hubble Yasası
Kozmik arka plan (Mikrodalga Ardalan Işınımı)
“Genişleme, doğal olarak bize evrenin geçmişte daha yoğun olduğunu bildirmektedir. Evrenin geçmişte daha sıcak olması olasılığından ilk kez 1934’te Georges Lemaître’in söz etmiş olduğu görülüyor; fakat bunun gerçek anlamda araştırılmasına ancak 1940’lı yıllardan itibaren başlanmıştır. Uzak astrofiziksel cisimlerin ışımasındaki kırmızıya kaymaya benzer bir tarzda, evrenin genişleme olayıyla enerji kaybeden bir ışımayla dolu olması gerektiği konusundaki ilk düşünceler George Gamow’dan gelmiştir.
Gamow aslında, ilksel evrendeki güçlü yoğunlukların, atomlar arasında bir termik dengenin kurulmasına ve ardından bu atomlarca bırakılan bir ışımanın varlığına imkân sağlamış olması gerektiğini anlamıştı. Gamow, 1940’lı yıllarda Lemaitre’in hesaplamalarını geliştirdi ve Big Bang’e bağlı olarak bir tez ortaya attı. Big Bang’den arta kalan, belirli oranda bir ışımanın var olması gerekiyordu. Ayrıca bu ışıma evrenin her yanında eşit olmalıydı. Bu ışımanın evrenin yoğunluğu oranında bir yoğunlukta olması ve dolayısıyla, bu ışımanın, yoğunluğu artık son derece azalmış olsa da hâlen mevcut olması gerekiyordu. Gamow, Ralph Alpher ve Robert C. Herman’la birlikte, evrenin yaşından, maddenin yoğunluğundan ve helyumun salınmasından yola çıkılarak bu ışımanın günümüzdeki ısısının hesaplanabileceğini anlayan ilk kişi oldu.
Bu ışımaya günümüzde « fosil ışıma » diyenler de bulunmakla birlikte, genellikle, “ kozmik mikrodalga arka plan (ya da kozmolojik mikrodalga artalan) ışıması” denir. Bu ışıma, Gamow’un öngörülerine uygun olarak, düşük ısıdaki bir “karanlık cisim” ışımasına (2,7 °K) denktir. Biraz rastlantı sonucu olan bu keşfi Arno Allan Penzias ve Robert Woodrow Wilson’a borçluyuz: 1960’larda New Jersey‘deki Bell Laboratuvarı’ndan Arno Penzias ve Robert Woodrow Wilson, Samanyolu’nun dış kısımlarından gelen belirsiz radyo dalgalarını ölçmeye çalışıyorlardı. Fakat bunun yerine gökyüzünün her tarafından gelen bir radyasyon saptadılar. Bu ışıma ya da ışınımın bütün yönlerdeki parlaklığı aynı idi ve yaklaşık 3 °K sıcaklığında bir ortamdan geldiği anlaşılıyordu.[11] 1978’de bu buluşları için Nobel Fizik Ödülü sahibi olan Penzias ve Wilson ilginçtir ki, ileride, Fred Hoyle gibi, Big Bang teorisine muhâlif olan bilim insanları safına katılacaklardı.
1965’te keşfedilen “kozmik arka plan” Big Bang’ın en açık kanıtlarından biridir. Bu keşiften sonra kozmik arka plan dalgalanmaları COBE (1992) ve WMAP (2003) uzay uydularınca incelenmektedir.
Bir “kara cisim” ışımasının varlığı Big Bang modeli çerçevesinde kolayca açıklanabilmektedir: Geçmişte evren sıcaktı ve yoğun bir ışımaya maruz kalıyordu. Geçmişin çok yüksek yoğunluktaki bu evreninde madde ve ışıma arasında çok çeşitli etkileşimler olmaktaydı. Bunun sonucunda ışıma termalize olmuştur, yani elektromanyetik tayfı bir “kara cisim”in elektromanyetik tayfıdır. Buna karşılık “durağan hâl teorisi”nde böyle bir ışımanın varlığı hemen hemen doğrulanamaz durumdadır (Az sayıdaki bazı savunucuları aksini belirtmekteyse de…)”[1](https://tr.wikipedia.org/wiki/Büyük_Patlama)
Özetle mikrodalga ardalan ışınımı, her yönden algınan ve büyük patlamanın ilk çağlarından kaldığı iddia edilen mikrodalga düzeyinde bir elektromanyetik dalgadır.
Her yerde bulunan bir ışıma ha… Her yerde bulunmak? Bu size birşeyi çağrıştırıyor mu? Mesela eter gibi birşeyi? Kesinlikle eterdir mikrodalga ardalan ışıması demiyorum ama çağrıştırıyor biraz, belki de ikisi de aynı şeydir.
Element Dağılımları
“
İlk nükleosentez
Güçlü nükleer kuvvetin keşfinden ve bunun yıldızların enerji kaynağı olduğunun anlaşılmasından itibaren evrende çeşitli kimyasal elementlerin salınmasını açıklama meselesi ortaya çıktı. 1950’li yıllar civarında bu salınma -birbiriyle rekabet hâlindeki iki farklı görüşün önerdiği- iki farklı süreçle açıklanmaya çalışılıyordu:
Yıldızsal nükleosentez
Başlangıçtaki ilk nükleosentez
“Durağan hâl teorisi” taraftarları zaman boyunca sürekli olarak hidrojenden üretilmiş olduğu ve bunun azar azar helyuma ve daha sonra da yıldızların kalbindeki en ağır elementlere dönüşmüş olduğu görüşündeydiler. Gerek helyumun gerekse ağır elementlerin bölünmesi zaman boyunca sürekliliğini koruyordu; çünkü helyumun oranı nükleosentez olgusuyla artarken, hidrojenin üretilmesi olgusuyla da oran olarak azalır gibi görünüyordu. Buna karşılık Big Bang taraftarları helyumdan uranyuma kadar tüm elementlerin başlangıçtaki evrenin sıcak evresi sırasında üretilmiş oldukları görüşündeydiler.
Güncel tez her iki hipoteze de dayanır. Buna göre, helyum ve lityum gerçekten başlangıçtaki ilk nükleosentez sırasında üretilmişlerdi. Bunun başlıca kanıtı, hafif denilen elementlerin (hidrojen, helyum, lityum) salınmasının uzak kuasar’lardaki incelenmesinden gelmektedir. Big Bang modeline göre bunların nispi salınmaları ilk nükleosentezden beri sürekliliğini koruyan tek bir parametreye sıkıca bağlıdır; bu da fotonların yoğunluğunun baryonların yoğunluğuyla ilişkisindedir. Diğer yöntemlerle de ölçülebilen bu tek parametreden hareketle helyumun (He) izotoplarının ve lityumun (Li) izotopunun salınması açıklanabilir. Aynı zamanda yakın galaksilerin içinde helyumun bölünmesinde bir artış gözlemlenmektedir ki, bu, yıldızlarca sentezlenen elementler yoluyla “yıldızlar-arası ortam”ın tedrici gelişiminin bir işareti olarak kabul edilebilir.”
Kısacası Büyük Patlama Kuramı element dağılımlarını doğru şekilde öngördüğünü ve bunun bu kuramı kanıtladığını söyler.
Hubble Yasası, Kızıla Kayma ve Evrenin Genişlemesi
“
Hubble kanunu, fiziksel kozmolojide gözlemlere verilen isimdir: uzayın derinliklerinde gözlenen nesnelerin dünyadan uzak göreceli bir hızda yorumlanabilir bir Doppler kaymasına sahip olduğu bulunur ve dünyanın gerisinde kalan çeşitli galaksilerin bu Doppler kaymasıyla ölçülen hızı yaklaşık birkaç yüz ışık yılı uzaklığındaki galaksiler için uzaklıklarıyla doğru orantılıdır. Bu normal olarak gözlemlenebilir evrenin uzaysal hacminin genişlemesinin doğrudan bir gözlemi olarak yorumlanır.
Yalnızca bu genişlemeden ötürü olan astronomik nesnelerin devinimi, Hubble akışı olarak bilinir. Hubble kanunu genişleyen uzay paradigması için gözlemlenebilen ilk temel olarak kabul edilir ve günümüzde Big Bang modelinin desteklenmesi için en çok atıfta bulunulan kanıtların parçalarından biri olarak hizmet etmektedir. Hubble kanunu’nun genişleyen uzay paradigması için gözlemlenebilir ilk temel olduğu bilinir ve bugün bu kanun Big Bang teorisi desteğine atfedilen birkaç parça kanıttan birine hizmet eder.
Yaygın olarak Edwin Hubble‘a atfedilmesine rağmen, kanun ilk 1927’de Georges Lemaître tarafından yayınlanan bir makalede genel izafiyet denklemlerinden türemiştir. Georges Lemaitre evrenin genişlemediğini öne sürmüş ve bu genişleme oranı için tahmini bir değer vermiştir, bu değer şu an Hubble sabiti olarak adlandırılır. Edwin Hubble bu kanunun varlığını onayladıktan iki yıl sonra şu an adıyla anılan sabit için daha doğru bir değer belirlemiştir. Hubble nesnelerin durgun hızları hakkında onların kırmızıya kaymalarından elde ettiği değerlerden bir çıkarım yapmıştır, bu değerlerin birçoğu daha önceleri ölçülmüş ve 1917 yılında Vesto Slipher tarafından bulunan hızla ilişkilendirilmiştir.”[2](https://tr.wikipedia.org/wiki/Hubble_kanunu)
Büyük Patlama kuramında kızıla kayma fenomenini kullanarak evrenin genişlediği iddia edilir, böylece galaksilerin çoğunun uzaklaşmasından yola çıkarak geçmişte daha yakın olduklarını ve iyice geriye sararsak tek bir noktada birleşecekleri söylenir. Çok basit bir akıl yürütme ama yapılıyor.
Eveeet şimdi asıl konuya geliyoruz.
Büyük Patlama’nın Çürütülmesi
Açıkçası asıl problem daha en en en en başta bu kuramın yönteminde yatıyor.
Evrenin gelişimini belli bir tarihten başlatıp günümüzdeki haline kadar nasıl geliştiğini fiziksel teorilerle açıklamaya çalışmak.
“Buradaki temel hata, evrenin gözlemlenebilir evrene eşit olduğunun ve maddenin içinden geçtiği tüm farklı evreleri, dönüşümleri ve farklı durumları hesaba katmaksızın evrenin tüm tarihini lineer bir süreç olarak yeniden kurmanın mümkün olduğunun tasavvur edilmesidir.”[2]
Bu sözde de anlatıldığı gibi, senaryo yazar gibi evrenin nasıl oluştuğunu kurgulamaya çalışmak saçma. Ayrıca geçmişte olup biten bir olayı gözlemlememiz mümkün de değil. (İşin içine ruhaniyet girmezse yani.) Dolayısıyla bu bilimin genel ilkesiyle de çelişkiye giriyor, yani Yanlışlanabilirlik. Yani kasımpaşa.
BENİM FİKRİM BENİ İLGİLENDİRMEEEZ
Neyse öhöm öhöm.
Hadi yöntemin yanlışlığını boşverdik diyelim, büyük patlamanın en büyük belası olan büyük patlama anındaki tekillik var:
William B. Bonnor (İngiliz Fizik profesörü): “Fiziksel bir süreci betimlemeye çalışan matematiksel bir modelde ortaya çıkan tekillik genellikle kuramın çöktüğüne işaret eder. Böylesi bir durumda bir fizikçinin olağan tepkisi daha iyi bir model aramak olur.
Ancak Büyük Patlama yanlıları genellikle böyle bir davranış sergileyemiyorlar. Bazı bilim adamları evrenin genişlemesini tanımlayan anda ortaya çıkan matematiksel tekilliği Tanrı sandılar ve Tanrı’nın evreni o noktada yarattığını düşündüler. Bilimsel sorunlarımıza çözüm ararken işin içine Tanrı’yı sokmamızı hiç uygun bulmuyorum. Bilimde bu tür mucizevi el atmalara yer olmadığı gibi, varlığı, Tanrı’ya inananlar için tehlike yaratır: diferansiyel eşitliklerinizdeki matematiksel tekillikleri daha iyi bir modelle ortadan kaldırdığınızda Tanrı’nız da tekillikle birlikte ortadan kalkar”. (Rival Theories of Cosmology, Oxford Univ. Press, London, 1960).
Son kısım oldukça hoştu.
Bir alıntı daha:
“Öncelikle, evrendeki tüm maddenin “sonsuz yoğunluğa” sahip tek bir noktada yoğunlaşmış olması gerektiği düşünülemez. Bunun ne anlama geldiğinde net olalım. İlkin, sonlu bir uzaya sonsuz miktarda madde ve enerji koymak imkânsızdır. Sadece soruyu ortaya atmak bile onu yanıtlamak için yeterlidir. “Ah! der büyük patlamacılar, fakat evren, Einstein’in genel görelilik teorisine göre sonsuz değil, sonludur.” Eric Lerner kitabında Einstein’ın denklemlerinin sonsuz sayıda farklı evreni mümkün kıldığına işaret eder. Friedmann ve Lemaître birçok denklemin genişleyen evren sonucuna çıktığını gösterdi. Ancak hiçbir surette bu denklemlerin hepsi bir “tekillik” durumunu ima etmez. Yine de Guth ve ortaklarının dogmatik bir biçimde ileri sürdükleri varyant budur.
Evrenin sonlu olduğunu kabul etsek bile, “tekillik” düşüncesi bizi açık bir şekilde hayali nitelikte sonuçlara götürür. Görebildiğimiz evrenin ufak bir köşesini evrenin tümü olarak ele alırsak –ki bu hiçbir mantıksal ve bilimsel temeli olmayan keyfi bir kabuldür– her biri yaklaşık 100 milyar ana yıldız (bizim güneşimiz gibi) silsilesi içeren, 100 milyardan fazla galaksiden bahsediyoruz demektir. Guth’a göre, bu maddenin hepsi tek bir protondan daha küçük bir yerde yoğunlaşmış durumundaydı. Madde, saniyenin trilyonda birinin trilyonda birinin trilyonda birinin milyarda biri kadar bir sürede, trilyon kere trilyon kere trilyon derece sıcaklığındayken, sadece tek bir alan ve sadece bir çeşit tanecik etkileşimi vardı. Evren genişleyip sıcaklık düştükçe, farklı alanların, ilk basitlik durumundan “yoğunlaşmış” olduğu farz edilir.
Böylesi eşi benzeri görülmemiş bir genişlemeyi harekete geçirecek enerjinin nereden geldiği sorunu ortaya çıkar. Bu bilmeceyi çözmek için Guth, bazı teorik fizikçiler tarafından varlığı öngörülen, ancak en küçük bir deneysel kanıta bile sahip olmayan, her yerde ve her zaman hazır bulunduğu varsayılan bir kuvvet alanına (“Higgs alanı”) başvurdu. Eric Lerner şu yorumda bulunur:
Guth’un teorisinde, bir boşluk içinde bulunan Higgs alanı, gerekli tüm enerjiyi hiçlikten –ex nihilo– üretir. Onun ortaya koyduğu şekliyle evren, Higgs alanının lütfettiği büyük bir “bedava öğle yemeği”dir.[3]” [2] Alan Woods – Aklın İsyanı
Tekillik; sonsuz küçüklükte, sonsuz yoğunlukta ve sonsuz enerji içeren bir nokta anlamına gelir. Ki böyle birşeyin fiziksel olarak bizim evrenimizde bulunması imkansızdır. En başta söylendiği gibi, normal şartlarda bir fizik kuramında tekillik ortaya çıkması o teorinin çöktüğüne işaret eder. Fakat Büyük Patlama Kuramcıları bu durumu görmezden geliyor. Tekillik konusunda hep elinde sonunda bir şekilde bu kadar küçük boyutlarda çalışacak bir fizik kuramı bulunacağını söylemekle yetinirler. Bu sadece sorunlarını halının altına süpürdükleri anlamına geliyor.
Sırf bu tekillik olayı bile Büyük Patlama Kuramını çürütmeye yeterlidir. Çünkü fizik artı eksi hesabına göre işlemez, birçok bulgu bir x teorisini desteklese de bir tane bile tutarsızlığı buluduğu anda o teori çöp olur. İstediğiniz kadar x teorisini deneylerle kanıtlayın, bir tane bile uyuşmayan veri bulmak o kuramın doğru olamayacağını kanıtlamaya yeterlidir. O kuram ya eksiklerini düzeltip tekrar şansını dener ya da bambaşka bir kuram bulmaları gerekir.
Tüm yahudi dayatmaları aynı şekilde işliyor. Yapabildikleri kadar mantığa uygun gibi duran birşeyler uydururlar, bu uydurdukları gerçeklerle çelişirse topuklayıp kaçarlar.
Mikrodalga Ardalan Işıması ile devam ediyoruz:
[Özdek madde erke ise enerji anlamına geliyor.]
Kaynak: Rennan Pekünlü – Bir Metafizik Programın Eleştirisi [3]
Görselleri koyma konusunda bir sıkıntı yaşıyorum. İleride düzelteceğim. İnternetten bu kitabın pdf’ine ulaşıp oradan inceleyebilirsiniz.
“Mikrodalga ardalan ışınımının bulgusundan hemen sonra Peebles bu ışınımın özdek ile ışınımın ayrıldığı çağda evrenin yapısına ilişkin bilgi
sunacağına işaret etti. Mikrodalga ardalan ışınımının bugün gözlenen sıcaklık dalgalanmalarını ölçerek, özdek ile ışınımın ayrıldığı çağdaki kütle yoğunluk dalgalanmalarının genliğine ilişkin bilgilenebileceğimizi ileri sürüldü. Eğer kütle yoğunluk dalgalanma genliklerini bulabilirsek, çekim kuvvetinin 12 milyar yılda (Hubble Uzay Teleskobu ölçümlerinden bulduğumuz yaş) bugün gözlediğimiz büyük ölçekli yapıları oluşturup oluşturamayacağını söyleyebiliriz. 1970’li yıllardaki kuramsal çalışmalar adı geçen sıcaklık dalgalanmalarını 10^-4
düzeylerinde öngörüyordu[5]. Daha düşük değerler bugün gözlediğimiz evreni yaratamazdı! Ancak bu değerler gözlenemeyince kuramsal değerler sürekli aşağıya çekildi! [1] COBE’nin bulduğu sonuç, DT / T ~ 10^– 6 dır [2]. Bu sonuç, eğer Büyük Patlama modeli doğruysa, bugün gözlediğimiz yıldızların, gökadaların, gökada kümelerinin, boşlukların, büyük duvarın, vb. henüz
oluşmamış olması gerekiyor!“[3]
COBE Ölçümleri
2. 73 K sıcaklığına sahip mikrodalga ardalan ışınımına, erken evrene ilişkin araştırmalarda kullanılabilecek en etkin aygıt gözüyle bakılıyor. Büyük açısal ölçeklerde ele alındığında (~70) mikrodalga ardalan ışınımının ilkçağlardaki çekimsel gizilgüç erke (potansiyel) dalgalanmalarının izini taşıdığı savunulur. Bugün evrende gözlediimiz büyük ölçekli yapıların oluşumuna neden olan etmenin, çekimsel gizilgüç erke (potansiyel) dalgalanmaları olduğuna inanılıyor.
COBE’ nin DMR (Differential Microwave Radiometer) adlı aygıtı mikrodalga ardalan ışınımının büyük açısal ölçeklerde sergilediği yönbağımlılığı ölçmek amacıyla tasarlanmıştır. Bu aygıt üç frekansta gözlem yapmıştır: 31.5 GHz , 53 GHz , 90 GHz (Bu frekanslara karşılık gelen dalgaboyları sırasıyla 9.5 mm , 5.7 mm , 3.3 mm dir). Bu frekanslar, gökada ışınımının minimum ve mikrodalga ardalan ışınımının maksimum akıya sahip olduğu dalgaboyu aralıklarıdır. Böylece gözlem sonuçları dış mikrodalga kaynaklarınca çok kirletilmemiş olacaktır. Her bir frekansta gözlem yapan ve birbirinden hemen hemen bağımsız iki frekans kanalı vardır. COBE’ nin yörüngesi ve dönme ekseni,
Altı ayda tüm gökyüzü haritasını çıkaracak biçimde ayarlanmıştır ( Şekil 18 ).
DMR üç çift “horn” antenden oluşur. Dewar adı verilen soğutucu tank üzerinde, birbirinden 1200 lik açıklıklarla konuşlandırılmışlardır. Her bir radyometre kanalı, aralarındaki ayrım 60 derece olan iki ayrı gökyüzü bölgesini 70 derecelik açıklıklarla gören iki “horn” antenden gelen radyo akı farkını ölçer. Antenlerin şişimlerinin dönme ekseniyle yaptıı açı 300 dir. Dewar, 650 litrelik süperakışkan helyum cryostatdır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, DMR, aralarında 60 0 bulunan iki gökyüzü parçasından gelen ışınımın anten sıcaklığı arasındaki farkı ölçer. DMR haritalarında baskın olan iki özellik vardır: 1) ışınımın çiftuçay yönbağımlılığı; diğer bir deyişle, haritada bir bölge sıcak (mavi) diğer bir bölgeyse soğuktur (kırmızı). Bu bölgeler arasındaki sıcaklık farkı 3.36 0.1 mK düzeylerindedir
Çiftuçay yönbağımlılığı (DT /T ~ 10^– 3) tüm frekans kanallarından şaşmaz bir biçimde gelmektedir.
(Şekil19). Karacisim ışınım alanı olan mikrodalga ardalan ışınımıyla göreli devinimde bulunan gözlemci çiftuçay yönbağımlılığı gözleyecektir. Gözlenen tüm çiftuçayın Samanyolu’nun yerel küme içindeki özgün hızından kaynaklandığı varsayılmıştır; ve 2) gökada düzleminden gelen ışınım. COBE’nin gözlem sonuçları gerçekten nefes kesici. Bu harita bize, Samanyolu gökadasının, Kova burcu – Aslan burcu dorultusu boyunca, Kova’dan Aslan’a doru 600 km/s lik hızlarla sürüklendiğini söylüyor.
şekil 19. (Üst) Samanyolunun evren içindeki sürüklenmesinden kaynaklanan çiftuçay bağımlılığı.
(Orta) Samanyolu gökadasından ve ardalandan gelen mikrodalga ışınımı. (Alt) Samanyolunun katkısının düşülmesinden sonra elde edilen mikrodalga ardalan ışınımı haritası. COBE DMR haritalarındaki karakteristik yönbağımlılık DT / T ~ 10^– 6 düzeylerindedir. Bu yapı göreli olarak daha büyüktür ve tanısı yapılabilmiş olan tüm yanılgılardan farklıdır. Bu yapının Gökadamızdan mı, gökadaötesinden mi yoksa mikrodalga ardalan ışınımından mı kaynaklandığı henüz anlaşılamamış kritik bir sorundur. COBE’den sorumlu G.F. Smoot, “En ekonomik hipotez, bu yapının mikrodalga ardalan ışınımından kaynaklandığı hipotezidir” saptamasını yapıyor.
Eğer mikrodalga ardalan ışınımının yönbağımlılığı olarak yorumlanabilirse, bu sonuçlar evrenin yapısını açıklamaya çalışan şişme (enflasyon)+ karanlık özdek modellerini sınayabilir; bu modeller yoğunluk tedirginliklerinin kullanılan ölçeklerden hemen hemen bağımsız olduğunu öngörür. DMR haritalarındaki yönbağımlılıklar, aynı zamanda, yapı oluşumlarında kullanılan çekimsel kararsızlık modellerini de sınar.
Isısal Sunyaev – Zel’Dovich Etkisi
Mikrodalga ardalan ışınımı tanımındaki ardalan sözcüğü bize ne anlatıyor? Bu ışınımın, herhangi bir gök cisminden kaynaklanmadığını, Büyük Patlamadan ardakalan fosil ışınım olduğunu ve “gözlenebilir evrenimizin” ötelerinden geldiğini anlatıyor. Bu ışınımın gerçekten de “ardalandan” geldiğini kanıtlayabilecek gözlemler yapılabilir mi?
Evet yapılabilir. Isısal Sunyaev Zel’Dovich etkisinin gözlenmesi bizim bu konudaki kuşkularımızı giderebilir. Yoğun gökada kümeleri güçlü X – ışın kaynağıdır. Bu ışınımın ana kaynağının, kümenin gökadalararası ortamında tuzaklanmış olan sıcak, iyonlamış gazdan gelen ısısal bremsstrahlung olduğu gösterilmiştir. Özgür elektrik yüklü parçacıklar birbirlerinin elektrik alanı içersinde ivmelenirler. Bunun sonucunda erkelerinin bir kısmını ışınım olarak salarlar. Bu sürece Bremsstrahlung denir. Gökada kümelerinde salınan ışınım X-ışın bölgesine düşer (Ancak bremsstrahlung sürecinde ışınım X-ışın bölgesine de optik bölgeye de radyo bölgesine de düşebilir). Gökada kümelerinde bu ışınımın X-ışın tayfı salma çizgileri gösterir. Bu çizgilerin, yüksek derecede iyonlaşmaya uğramış demir atomlarından geldiğine inanılır. Bu çizgiler, daha yoğun ve daha sıcak kümelerde gaz sıcaklığının 10 8 K denli yüksek olduğuna işaret eder.
Mikrodalga ardalan fotonlarıyla kümelerdeki gökadalararası plazmanın güçlü bir etkileime girmesi beklenir. Plazma, ışınımdan çok daha sıcak olduğundan etkileşim ters Compton saçılması süreciyle olacaktır. Yani elektron, proton, vb. elektrik yüklü parçacıklardan oluşan plazma erkesini mikrodalga ışınımına aktarır. Bu süreç plazmanın soğumasına neden olurken ışınımın tayfınıda bozar. Etkileşim foton sayısını korur. Ancak saçılmaya uğramış olan fotonların erkesi, bu ortama giren foton erkesinden daha yüksek olur. Işınım Rayleigh-Jeans
bölgesinde (radyo bölgesi) “daha soğuk”, Wien bölgesinde (optik-moröte) “daha sıcak” olur. Bozulmaya uğramamış olan tayfın tepe noktasından (~ 162 GHz) biraz daha yüksek frekanslarda (~ 218 GHz) tayf bozulma göstermez (şekil 20) [1].
Şekil 20.
Yoğun gökada kümeleri içindeki sıcak, iyonlamış gaz içinden geçen mikrodalga ardalan ışınımının bazı fotonları ters Compton saçılması süreciyle daha yüksek frekanslara kayarlar. Bu süreçte foton sayısı korunurken kara cisim tayfı bozulmaya uğrar. Ters Compton süreci ışınımı “ısıtmasına” karşın ışınımın Rayleigh – Jeans bölgesindeki tayfsal erke yoğunluğu Sunyaev – Zel’Dovich etkisi nedeniyle azalır.
Isısal Sunyaev-Zel’Dovich etkisinin inandırıcı ölçümleri, kozmik mikrodalga ardalan ışınımının yüksek kırmızıya kayma gösteren bölgelerden geldiğini kanıtlayacağı gibi, Standart Büyük Patlama modelinin en belirsiz iki parametresi olan H0 Hubble sabiti ile q0 yavaşlama parametresinin saptanmasında da yardımcı olur.
COBE bu etkiyi gözleyemezdi çünkü “horn” antenlerinin açısal çözümleme gücü, gökada süperkümelerinin açısal boyutlarından çok büyüktü.
Ancak tasarlanan yeni aygıtların açısal çözümleme gücü, bu etkiyi gözlemeye yetecek denli yüksek olacaktır. Bu arada şunu da belirtmek isterim: 5 Eylül 1997 günü Türkiye Ulusal Gözlemevi’nin açılışı yapıldı. Bu açılış sırasında sayın Raid Sunyaev ile yaptığım söyleşide, ısısal Sunyaev – Zel’dovich etkisinin kırmızıya kayması 0.82 ye dek olan kümelerde gözlendiğine ilişkin inandırıcı kanıtlar olduğunu söyledi. Sunyaev ayrıca bu etkiyi gözleyebilecek uyduların görebildiği uzaklığın z = 1 denli olduğuna da işaret etti.
Daha uzakları görebilecek, adı geçen etkiyi gözleyebilecek uydularımız henüz yok. Ancak, z ~ 5 uzaklıklarını görebilen yer konulu radyo teleskopların ölçüm sonuçları belirsizliin sürdüğüne işaret ediyor.
Özetleyecek olursak, en büyük ölçeklerde gözlediğimizde evren bugün süper gökada kümeleri, “bubble”lar, boşluklar gibisinden devasa yapılar sergiliyor. Eğer evren Standart Büyük Patlamanın ileri sürdüğü gibi eşdağılımlı özdek ve ışınım “çorbasından” bugünkü durumuna geldiyse, bu yapılar nasıl oluştu? Bu sorunun Standart Büyük Patlama modelindeki yanıtı, ” Bu yapıların kaynağı, enflasyonist çağın sonunda, kozmik çorbada ortaya çıkan küçük ölçekli kuantum dalgalanmalarıdır” biçiminde verilir. COBE’nin gözlediği sıcaklık
dalgalanmaları da bu dalgalanmaların günümüzdeki büyük ölçekli durumudur. Diğer bir deyişle, özdek yoğunluğundaki kuantum dalgalanmaları kendisini foton sıcaklıklarındaki dalgalanmalar olarak gösterir.
Işınımın frekans tayfı 2.73 K sıcaklığındaki bir kara cismin tayfını öykünüyor. Bu gerçekten yola çıkan standart Büyük Patlamacılar mikrodalga ardalan ışınımının, evrenin sıcak yoğun bir başlangıcı olduğunun kanıtı olduğuna işaret ediyor.
Diğer yandan sıcaklıklardaki yönbağımlılıklar bugünkü yumrulu yapıları açıklama görevi görecekti. Ancak, yönbağımlılıkların genliği (DT / T ~ 10^-6), bugün gözlenen süperküme yapılarını açıklayamayacak denli küçük olduğundan “karanlık özdek” kavramı bir yara bandı (epicycle) olarak evren modellerine sızmıştır. COBE sonuçları, Büyük Patlama, Enflasyon ve Karanlık özdek içeren evren modelleriyle tutarlıdır.
Işınımın ardalandan mı geldiği yoksa yerel bir etki mi olduğuna ilişkin
belirsizliği açıklığa çıkarabilecek olan ısısal Sunyaev – Zel’dovich etkisi henüz
inandırıcı bir biçimde algılanamamıştır.
Seçenek Açıklama
Yukarıda da değindiğimiz gibi, gözlemsel bir gerçek olan Mikrodalga Ardalan Işınımı , evrenin sıcak bir başlangıcı olduğunu savunan Büyük Patlama modelinin güçlü bir kanıtı olarak sunulur. COBE uydusu verileri bu ıiınımın tayfının 2. 73 K sıcaklığındaki kara cisim tayfına uyduğunu göstermiitir. Bu sonuç, çoğu evrenbilimci tarafından Büyük Patlama modelinin doğrulanması olarak yorumlanmıştır. Başka yorumlar da var.
“Ancak, Büyük Patlama modeli, erken dönemlerin kara cisim tayfının daha sonra gerçekleşen ve termodinamik karakterde olmayan olaylarca bozulacağını öngörüyor. Termodinamik karakterde olmayan olaylara örnek olarak, gökadaların, gökada kümelerinin ve bugün gözlediğimiz, boyutları 100 Mpc e dek uzanabilen hücre benzeri yapıları sayabiliriz. Mikrodalga ardalan ışınımında bu olayların izi algılanmalıydı. Algılanamamış olması, on yıl önceki kuramsal beklentilerin boşa çıktığına işaret eder. Gözlemler karşısında sınanmaktan kaçınan Büyük Patlama modeli yerine yeni arayışlar başlamıştır.
“Büyük Patlama modeli evrenin düz ve yapısız (yapı sözcüğünden gökadalar, gökada kümeleri, gökada süper kümeleri ve boşluklar anlaşılmalıdır) olarak başladığını ancak daha sonra yapıların oluştuğunu söyler. Bu mucizenin (mucize, çünkü evren boyutlarına da dikkatsiz bir biçimde uyguladıkları termodinamiin II. yasası, eşdağılımlı bir ortamdan büyük ölçekli yapılara geçmenin, diğer bir deyişle, karmaşadan düzen doğurmanın olası olmadığını savunur!) nasıl oluştuğunu açıklayabilmek için sayısız çabalar harcanmıştır.
Bu çabaların iki ortak yanı bulunuyor. Birincisi, daha üst düzeyde fiziğe kaçış; ikincisi, sığınılan yeni fizikte ortaya çıkan devasa boyutlu ayrıntıların deneysel veya gözlemsel olarak sınanamıyor olması. Belki de bu nedenle bu modellere “senaryo” deniyor!”
“Sorunun özü olayların gelişme sırasında yatıyor. Büyük Patlama modeline göre önce Mikrodalga Ardalan Işınımı vardı; gökadalar sonra oluştu.
Ancak gözlemler bunun tam tersi bir gelişmenin olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde sergiliyor. Mikrodalga Ardalan Işınımının gökada oluşumlarından sonra ortaya çıkmış olabilmesi için belli yapılara sahip parçacıkların gökadaötesi ortamda oldukça yaygın olarak bulunması gerekir.
Günümüzde ya da göreli olarak yakın geçmişte gökadaötesi ortamda bulunan bu parçacıkların mikrodalgada güçlü soğurucu ve aynı zamanda da görsel bölge ve daha uzun dalgaboylarında da ışınıma geçirgen olmaları gerekir. Bu durumda kendimize üç soru yöneltebiliriz: 1) Bu tür parçacıkların varlığı kuramsal olarak olası mı? 2) Bu tür parçacıkların varlığına ilişkin laboratuvar kanıtları var mı? 3) Bu tür parçacıkların varlığına ilişkin gökbilimsel-gözlemsel kanıtlar var mı?”
“Birinci sorunun yanıtı kesinlikle “evet” tir! Mie türü bir hesaplama, iğne biçimindeki ince metalik parçacıkların 1mm dalgaboylu radyo dalgalarını soğurma gücünün, 5000 A dalgaboylu optik ışınımı soğurma gücünden 100 kez daha büyük olduğunu gösterebilir. Bu sonuçlar oda sıcaklığında geçerlidir. Çok düşük sıcaklıklarda metalik direnç sıcaklıkla azaldığından yukarıdaki karşılaştırma katsayısı 100 den 1000 e çıkar. Kısacası, gökadaötesi ortam mikrodalgalarda son derece soğurucuyken görsel bölgede de son derece geçirgendir. Metalik iğnelerin yüksek soğurma gücü uzun dalgaboylarında çapları ve boylarına bağlı olarak azalır. Örneğin, 1 mm uzunluğundaki metalik iğne, yaklaşık 10 cm radyo dalgaboyları için soğurma yeteneğini yitirir.”
“ikinci sorunun yanıtı de “evet” tir. Laboratuvar deneyleri yavaş yavaş soğutulan metal buharının, çapı 10 – 6 cm ve uzunluğu da 1 mm olan iğneler biçiminde yoğunlaşacağını göstermiştir. Metal buharından oluşan ilk yumaklanmalar birkaç bin atom içeren sıvı damlacıkları biçimindedir. Katı duruma doğru ansızın kristalleşme başlayınca, açığa çıkan erke kristalin yapısında kırıklara neden olur. Bu kırılmalar değişik biçimlerde gerçekleşir.
Özgün bir kırılma biçimi “burgu kırılma”dır. Bu kırılma türü özdeğin boyutlarının zamanla doğrusal olarak büyümesini sağlar. Diğer tür kırılmalar özdeğin küresel büyümesine neden olur. Küresel büyüme gösteren yumakların yarıçapı zamanla doğru orantılı olarak artarken, doğru biçiminde büyüyen parçacıkların boyu zamanla eksponansiyel olarak artar. Kısacası, boyları zamanla doğru orantılı büyüyen parçacıklar zamanla daha baskın büyüme biçimi olduklarını gösterirler.
Eksponansiyel büyümenin baskın olması nedeniyle, metal buharındaki atomların çoğu, iğne biçimindeki katı metallerden oluşur.”
“Üçüncü sorunun da “evet” biçiminde yanıtlanabileceğine işaret eden iki gökbilimsel kanıt var. Kanıtların herikisi de süpernovalardan geliyor. Yıldızlararası ortama doğru genişleyen süpernova artıklarında metaller senteze uğrarlar. Bu nedenle süpernova artıklarında metalik, özellikle de demir iğnelerin varlığı beklenir. Yengeç bulutsusundaki atarcadan gelen ışınım 30 m – 10 cm aralığında çok belirgin bir azalma gösteriyor. Bu aralık, demir iğnelerin soğurma gücünün en yüksek olduğu dalgaboyu aralığıdır. İlgili band aralığında atarca ışınım yapmıyor olabilir. Ancak bu oldukça düşük bir olasılıktır.
Bu azalmaya getirilebilecek daha uygun bir açıklama, atarcanın çevresinde bulunan (ancak Yengeç bulutsusunun dış bölgelerinde bulunmayan) demir iğneler algılayamadığımız ışınımı soğuruyor olabilir.”
“İkincisi, gökadaların radyo ışıtmalarıyla uzak kızılöte (~ 100 m ) ışıtmaları arasında olağanüstü bir ilişki bulunuyor. Bu ilişki, varlığını oldukça geniş bir aralıkta korur (10 4 çarpanı denli). Radyo ışınımı atarca kaynaklı yüksek erkeli elektronların synchrotron ışınımından gelir. Atarcaların kaynağı olan süpernovalar aynı zamanda demir iğne parçacıkların da kaynağıdır. Evrende ne denli çok süpernova olursa o denli çok atarca ve yine o denli çok demir iğne parçacıklar olacaktır. Bu durum da bize, açıklanması zor olabilecek bir ilişkinin
doğal olarak açıklanabilmesini sağlar.”
“Demir iğneciklerin uzak kızılötedeki soğurma gücü çok yüksektir. Bu iğnecikler yakınlarındaki bir kızılöte ışınım alanından oldukça yüksek ışınım basıncı duyumsarlar. Bu tür ışınım alanlarının erke yoğunluğunu kullanarak demir iğnelerin gökadalararası uzaya çıkma hızını 10. 000 km s – 1 olarak bulabiliriz. Bu hız, parçacıklarla onları doğuran ebeveyn gökadaların Hubble zamanında (H – 1) birbirlerinden 100 Mpc uzaklıklara ayrılmalarını sağlayabilir. Bu nedenle, kozmolojik açıdan baktığımızda, demir iğne parçacıkların gökadalararası ortamdaki dağılımı gökadaların kendi dağılımlarından daha tekdüze olacaktır.
“Aslında, yalnızca 10 6 gökadanın iğne parçacık üretimi, bu dağılımın Hubble zamanı içersinde tekdüzeliğe kavuşması için yeterlidir. “Bununla ilişkili olarak şunu söyleyebiliriz: ışınım alanı kara cisim tayfına kavuştuktan sonra ışınımın tayfını ısısal yapan etmenin uzay dağılımı hiç önemli değildir. Isısal tayfı sağlayan etmenlerin tekdüze dağılmış olması gerekmiyor. Mikrodalga ışınım kuantının soğurulup salınmadan önceki ortalama özgür yolu l olsun. Hubble zamanı içersinde ışınımın sızma uzaklığı (l c H – 1 ) ½ dir. l = 10 – 2 c H -1 için bu uzaklık, 0.1cH – 1 olur. Bu değer, kozmolojik optik derinlik 100 bile olsa, ışınım alanındaki dalgalanmaların H – 1 zamanında ortadan kalkacağına işaret eder. “
“Sonuç olarak, tayfın düzgün ve yönbağımsız olmasını sağlayan iki eğilim vardır. Bu eğilimin birisi ışınımın kara cisim ışınımına bürünmesini sağlayan etmen (metal iğneler) diğeriyse ışınım alanındaki güçlü eğilimdir. Bu iki eğilimin Mikrodalga Ardalan Işınımında gözlenen yönbağımsızlığı üretmesi beklenir. Metal iğneler uzak kızılötede yüksek bir salma gücüne sahip olduğundan soğuk kalma eğilimindedirler. Bir gökada yakınındaki metal iğnelerin sıcaklığı bile Mikrodalga Ardalan Işınımının sıcaklığını geçemez. Mikro parçacıklarla çarpışan bu metal iğnelerin “buharlaşma” olasılığı var mı? Yok! Yabancı moleküller iğneler üzerinde yoğunlaşabilirler. H 2 molekülü dışındaki tüm katı özdekler 2. 7 K sıcaklığında yoğunlaşabilirler. Bu metal iğnelerle çarpışan mikro parçacıklar
iğneler üzerindeki molekülleri buharlaştırabilir ama iğneleri buharlaştıramazlar”
[4]. Kaynaklar :
[1] Verschuur, G.L. & Kellermann, K.I. (eds), Galactic & Extragalactic Radio
Astronomy, Springer Verlag, NY, 1988, s. 619.
[2] Smoot, G.F. ve ark., Ap.J. Lett., Vol. 396 : L1 – L5, 1992, Sept. 1.
[3] Redhead, A.C.S & Lawrence, C.R., Ann.Rev. Astron. & Astrophys., Vol. 30,
692, 1992.
[4] Arp, H.C., Burbidge,G., Hoyle, F., Narlikar, J.V., Wickramasinghe, N.C.,
Nature, Vol.346, 30 Aug. 1990.
[5] Oort, J.H., Ann. Rev. Astron. Astrophys. Vol.21, 1983, s.374. “
Evet oldukça uzun bir alıntıydı ama değdi bence. Şimdi kısaca bu alıntıdan öğrendiklerimizi yazayım.
“Mikrodalga ardalan ışınımı tanımındaki ardalan sözcüğü bize ne anlatıyor? Bu ışınımın, herhangi bir gök cisminden kaynaklanmadığını, Büyük Patlamadan ardakalan fosil ışınım olduğunu ve “gözlenebilir evrenimizin” ötelerinden geldiğini anlatıyor. Bu ışınımın gerçekten de “ardalandan” geldiğini kanıtlayabilecek gözlemler yapılabilir mi? Evet yapılabilir. Isısal Sunyaev Zel’Dovich etkisinin gözlenmesi bizim bu konudaki kuşkularımızı giderebilir.”
“Işınımın ardalandan mı geldiği yoksa yerel bir etki mi olduğuna ilişkin
belirsizliği açıklığa çıkarabilecek olan ısısal Sunyaev – Zel’dovich etkisi henüz
inandırıcı bir biçimde algılanamamıştır.”
Yani Büyük Patlamanın kanıtı olarak ele alınan mikrodalga ışımasının Büyük Patlamadan kaynaklı olduğu kesin değildir, aksine seçenek açıklama başlığından tekrar okursanız göreceğiniz gibi büyük patlama kuramında iddia edilenin tam tersini gösteren deney ve gözlemler vardır, yani mikrodalga ışınımın galaksiler oluştuktan sonra oluştuğunu gösteren.
Ayrıca mikrodalga ışınımı, büyük patlamadan kalmış olsa bile tek başına Büyük Patlamayı kanıtlayamaz, enflasyon + karanlık madde’ye ihtiyaç duyar. Enflasyon dediğimiz de şu, günümüzdeki Büyük Patlama kuramında evrenin ilk başlarında evrenin aşırı şekilde hızlı genişlediği söylenir. Peki niye aniden hızlanma gereği duymuş?
Neden olacak, büyük patlamanın doğru çıkması için evrenin aniden hızlanarak genişlemesi gerekiyordu çünkü!
Ayrıca, karanlık madde iddiasının durumu çok çok daha kötüdür. Onlarca yıldır araştırılıyor olmasına rağmen bırakın kanıtlanmayı, hala nasıl bir parçacık tarafından oluşturulduğu bilinmiyor! Ama bu bir sonraki yazının konusu.
Bu yazı dizisi bittiğinde nasıl da tüm ana akım teorilerin büyük patlamaya çalıştığını göreceksiniz. Karanlık maddenin büyük patlama kuramının büyük bir tutarsızlığını örtmeye çalışıyor olması sadece bir başlangıç.
Ayrıca bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum:
“Bu çabaların iki ortak yanı bulunuyor. Birincisi, daha üst düzeyde fiziğe kaçış;
ikincisi, sığınılan yeni fizikte ortaya çıkan devasa boyutlu ayrıntıların deneysel
veya gözlemsel olarak sınanamıyor olması. Belki de bu nedenle bu modellere
“senaryo” deniyor!”
Bu kısaca nasıl büyük patlama kuramının sürekli çürütülmekten kaçtığını açıklıyor, aynı diğer onlarca ana akım fizik konusunda yapıldığı gibi! Bir teori ortaya atılır, tutarsız olduğu ortaya çıkar ya da deneylerle gözlenebilecek bir öngörüsü olmaz, daha sonra ise sürekli daha üst düzey büyük bir teorinin kendi açıklarını kapatacağını vaat ederler fakat o büyük teori asla bulunamaz ya da kanıtlanamaz. Ve bu araştırmalar için ayrılan onca kaynak ve para çöpe gider!
Büyük Patlama kuramında galaksileri oluşturmaya yetecek madde miktarı gözlemlenemedi ve ortaya karanlık madde çıktı. En az yarım asırdır araştırılıyor ama hala ne bir kanıt ne de başka bir doğru düzgün ilerleme var karanlık madde konusunda.
Büyük patlama sırasında olan olayları (ya da tekillikleri) tasvir edecek bir fizik teorisi yoktu ve böylece bir kuantum kütleçekimi teorisi ihtiyacı oluştu. Halakuantum teorisi ile kütleçekim kuvvetini aynı anda açıklayabilecek teoriler üzerinde çalışılıyor fakat hiçbiri ne kanıtlanabildi ne de doğru düzgün tutarlı teorik bir altyapısı olan bir teori oluşturulabildi. Sicim teorisi de kuantum kütleçekim kuramı olabileceğini vaat eder mesela ama bu teorinin de bırakın kanıtlanmasını, öngörülebilir tek bir iddiası bile yok! Yani deneyle kanıtlama şansları yok bile. Fizik dalı içinde yer bile alamamaları gerek fiziğin tanımı gereği. Çok çok çok yüksek enerjilerle araştırılabileceği iddia ediliyor sadece ama o da çok uçuk bir enerji seviyesi, tüm güneş sistemini saracak kadar uzun bir sisteme falan ihtiyaç var hani o kadar uçuk. Bu da doğrudan alıntıdaki ikinci ortak yana tekabül ediyor, devasa boyutlu ayrıntıların deneysel olarak sınanamaması.
Daha çok örnek vardır ama biz yolumuza devam edelim.
Şimdiki konumuz ise kırmızıya kayma ve evrenin genişlemesi. Bu aynı zamanda Büyük Patlamanın en kritik iddialarından biridir çünkü “galaksiler bizden uzaklaşıyor ve evren genişliyor ise geçmişte galaksiler daha yakın olmalılar ve eğer yeterince geriye dönersek tüm evren tek bir noktada birleşmiş halde olmalı” şeklinde basit bir akıl yürütme ile büyük patlama teorisine ulaşıyorlar. 10 sayfalık bir alıntı koymam gerekiyor ama okuduğunuza değecek emin olun. Bu alıntı bize kızıla kaymanın ve evrenin genişlemesinin hiç de sanıldığı gibi olmadığını gösterecek.
“
Evren Genişliyor Mu?
“
Bu arada bu alıntıyı alırken bir sorun olşutu ve bazı türkçe karakterlerin yerinde noktasız olanları var. İleride düzelteceğim şimdilik idare edin. Kaynak: [3] Yine aynı görsel sorunu devam ediyor.
“
Büyük Patlama çerçevesinde çalısan tüm evren modelleri evrenin genisledigini savunmaktadır. Uzay gerçekten genisliyor mu ? Bilim insanları bu sonucu hangi gözlemsel gerçekten çıkarıyorlar ? Bu soruların yanıtlarına asagıda deginecegiz. Evrenin genislediginden son derece emin olan Büyük Patlamacı evrenbilimcilerin sıkça kullandıkları savsözleri:“Kuazarlar en uzak gök cisimleridir. Ne denli uzaga bakarsak zamanda da o denli geriye,baslangıca gideriz” biçimindedir. Bugün birinci tümcenin dogruluguna iliskin çok ciddikuskular duymayı haklı gösterecek gözlemsel veriler bulunmaktadır. kinci tümceninse yarısıdogru yarısı yanlıstır! “Ne denli uzaga bakarsak zamanda da o denli geriye gideriz”. Bu tümcedogru. Isıgın bosluktaki hızının sabit ve bilgi tasımada erisilebilecek en büyük hız oldugunu gözlem ve deneylerden biliyoruz. Isık boslukta bir saniyede 300. 000 km yol kateder. Digerbir deyisle, 1 saniye º 300. 000 km denkligi dogrudur. Bu denklik bagıntısı, fiziginhomojenlik ilkesini çignedi demeyin! Bilindigi gibi fizik, esitliklerin veya denkliklerin herikiyanında yeralan fiziksel niceliklerin fiziksel boyutlarının aynı olması konusunda son derecedikkatlidir. Einstein’ ın Görelilik kuramında c = 1 alınır. Bu esitlik, L / T = 1 L = Tanlamına gelir. Yani, uzunluk demek zaman demektir ! Einstein zamanı iste böyle“uzaysallastırmıstır”; zamanın 4. Boyut olarak alınması böyle bir usa vurmaylagerçeklesmistir. “ Zamansız” Einstein bu nedenle, “Zaman bir ilüzyondur” demistir. Digeryandan Einstein’ın alan denklemlerinin çözümü evrenin dinamik “tarihçesini” verir; yani,evrenin R yarıçapının t zamanıyla nasıl degisecegini anlatmaya çalısır.
Yukarıda ‘dogru’ olarak belirledigimiz tümcenin isaret ettigi sonuçlara deginerek digertümceye geçelim. Çok çok çok 300. 000 km’ ler, çok çok çok saniyeler demek olacagından,“ne denli uzaga bakarsak zamanda da o denli geriye gitmis oluruz”. Ancak, ‘zamanda geriyegitmek’ niçin ‘baslangıca’ yaklasmak anlamına gelsin? Zamanda bir baslangıç oldugunailiskin elimizde gözlemsel-bilimsel veriler var mı? Hubble iliskisini kuazarlarauyguladıgımızda evrenin genisledigini savunamayacak duruma geldigimizi görecegiz.
Uzay, zaman ve erkenin bir baslangıcı olduguna iliskin iki gözlemsel sonuçbulunmaktadır : 1) Hubble iliskisi. Bu iliski, Sb türü sarmal kollu gökadalar içinde kırmızıyakayması 0.5 e dek olan gökadalar için saptanmıs olan bir iliskidir. liskiyi tüm gökcisimlerinedek uzatmanın olanaksızlıgına deginecegiz ; ve 2) Termodinamigin II. Yasası.Bu yazının konusu Hubble iliskisi oldugundan termodinamigin II. Yasasına deginipgeçelim. Entropi yasası olarak da bilinen bu yasa, “Çevresiyle ısı, erke, özdek, bilgi, vb. alısverisinde bulunmayan kapalı dizgelerdeki fiziksel süreçlerde entropi ya sabit kalır ya da artar.Eger entropi artıyorsa sürece tersinemez süreç denir. Dizge giderek termodinamik dengedurumuna yaklasır; öyle ki, dizge en sonunda ‘ısı ölümüne’ ulasır”.Düne degin evrensel bir yasa olarak sunulan II. Yasa diger adıyla Entropi yasasıdogada kendiliginden ortaya çıkan süreçlerde özgür ve kullanılabilir erkenin daima azaldıgını savunur.
Kötümser varolusçu felsefeye veya yazgıcı dinlere destek olarak kullanılan bu yasanıngeçerlilik sınırlarını iyi çizmek gerekiyor. Evrende gerçek anlamda ‘kapalı dizgelerin’olmadıgı gerçegini bir yana bırakırsak, günümüzün popüler paradigması olan Kaos kuramıtermodinamigin II. Yasası’nın geçerlilik sınırlarını çok güzel çiziyor ve bizi bu tarihsel vemantıksal tuzaktan kurtarıyor. Analitik olarak çözülebilen denge dısı dinamik dizgelerkaostan düzenin dogabilecegini kanıtlamıslardır. Bu kanıtlar, fizik, kimya, gökbilim, biyolojive toplumsal bilimler alanından çok çesitli örnekleri içermektedir. Karmasadan düzenindogması demek, dizge II. Yasanın geçerlilik sınırlarının dısında demektir. çersinde entropiüreten ancak ürettigi entropiyi dizgenin dısına atabilen yapılara erke tüketici yapılar(dissipative structures) denir. Bu yapılar, örgütlenmelerinin önünde engel olusturanentropinin dıs satımını çok etkin bir biçimde yapabilmektedirler. Böylece giderek daha üstdüzeyde örgütlenebilirler. ste insan, iste canlılar, iste insan toplumları, iste Benardhücreleri, vb. Bu konunun ayrıntıları bir baska yazının konusu olabilir.
Simdi Hubble iliskisi’nin isaret ettigi gerçeklere deginmeye çalısalım. Edwin Hubblezamanında gökadalar, eliptik, sarmal, çubuklu sarmal, düzensiz olarak sınıflandırılıyordu(Sekil 1). Hubble 60 adet Sb türü gökada üzerinde yaptıgı çalısmada, gökadaların görünürdeki parlaklıgıyla gökada tayflarındaki çizgilerin sergiledigi kırmızıya kayma arasında dogrusal birbagıntının varlıgını saptıyor (Sekil 2). Eger gözlenebilir çevrenimiz içindeki tüm gökcisimleriaynı dogrusal bagıntıya uyarsa, bu sonucun, evrenin genisledigine isaret ettigi yorumunuyapabiliriz. Sarmal kollu gökadalar o dönemde bilinen toplam türler içinde % 25 oranındadır.
Hubble, Realm of the Nebulae adlı essiz kitabında ilgili okuyucuyu bir konuda sürekliuyarıyor : “ Gözlemler, kırmızıya kaymanın gerçekten de devinimi temsil edip etmediginiiyice ortaya çıkarmadan önce herhangi bir kozmolojik yargıya varılmamalıdır… Bu arada,kırmızıya kaymalar, uygunluk açısından hız ölçekleriyle anlatılabilir. Kırmızıya kaymanındavranıs biçimi hız kaymalarınkine benzemektedir. Dikkatli bir biçimde kurdugumuztümcelerimizde ‘görünürdeki hız’ kavramını kullanmalı.”
Sekil 1: Gökadaların Hubble sınıflaması. E ve S türleri arasındaki geçis türü S0 dır. a, b, c, d, m dizisi ile gösterilen gökadaların sarmal kolları disk çevresinde sıkı sıkıya sarılı ve iyi tanımlanmıs kollardan açık, parçalanmıs kollara dogru gidisi anlatır.
Sekil 2. Hubble’ nin Sb türü gökadalar için olusturdugu fotografik salt parlaklık – hız logaritması grafigi.
(Hubble, Edwin, The Realm of the Nebulae, Yale University Press, London, 1936).ve genel kullanımı içinde ‘görünürdeki‘ sıfatını dikkate almasak da varlıgını daima anımsamalıyız.
Tanım geregi gözlenebilir evrenin tam ortasındayız. Yakın komsulugumuzuoldukça iyi tanıyoruz. Uzaklıkların artmasıyla birlikte bilgimiz azalıyor, üstelik hızla azalıyor.En sonunda teleskoplarımızın sınırına erisiyoruz. O sınırda artık gölgeleri ölçmeye baslıyoruz.Burada ölçüm yanılgılarımızın yanısıra bize ipucu olabilecek görüntüleri de arastırmayabaslıyoruz. Arastırmalarımız sürecek. Deneysel-gözlemsel kaynaklarımız tamamentükenmedikçe düssel spekülasyon alanına kaymamıza gerek yok”.
Hubble kendi çalısmalarının sınırının ayırdındaydı. “Gökbilim tarihi giderekgenisleyen çevrenimizin (ufkumuzun) tarihidir” derken belli ölçeklerdeki çalısmalarıngeçerlilik sınırlarının genisleyen çevrenle sürekli denetlenmesi gerekliligini vurguluyordu.Burada bir uyarı yapmakta yarar var; çevrenimizi genisleten etmenler, açısal, renk vezaman çözünürlügü ilerleyen teknolojiye kosut olarak artan algaçlardır. Örnegin,teleskobumuzun çapı büyüdükçe daha uzakları görmeye baslıyoruz, diger bir deyisle,“çevrenimiz genisliyor”. Bu genislemenin “uzayın genislemesiyle” ilgisi yoktur!Yinelemede yarar var: kırmızıya kayma degerleri en çok 0.5 olan Sb türü gökadalariçin saptanmıs olan bu iliskiyi kırmızıya kaymaları ölçülmemis olan diger gökadalara dekuzatan biliminsanları Eddington ve Lemaitre’dır. Evet, “serçenin iki ayagı iki kanadı vegagası var ve uçar. Öyleyse, iki ayagı, iki kanadı ve gagası olan her kus uçar” gibisinden birönerme, hindi, devekusu, tavuk, evcil ördek vb. kanatlılar için geçerli degildir! Dahası,Hubble zamanında bilinmeyen ancak bugün gökada yazınına girmis olan degisik türdengökadalar vardır. Bunlar ‘toptancı’ isimleriyle Etkin Gökada çekirdekleri (AGN) olarakanılmaktadır. Bu gökadalar, sarmal kolluların toplam nüfus içindeki % 25 oranını kimbilir nedenli küçülttü!
Biraz da kuazarlara deginelim. Kuazarlar çok parlak, yıldız benzeri noktakaynaklardır. Bazılarının çevresinde, gazoz reklamındaki ‘yüzbin baloncugun’ olusturduguhale benzeri bir yapı vardır. Kuazarların dıs görünümü, bilinen diger gökadaların görünüsünüandırmaz; çok uzakta oldukları varsayıldıgından, varsa bile sarmal kollarınınalgılanamayacagı savunulur. Isıtmaları çok yüksek oldugundan özeklerinde dev kütlelikaradelikler bulundugu varsayılır ; çünkü bu denli yüksek erkelerin ancak çekimsel erkeninözgür duruma geçmesiyle açıga çıkabilecegi savunulur. Çekimsel erkeyi özgür durumageçiren fiziksel süreç ise gökadadaki yıldızların karadelige dogru düsmeleridir.
Bu nedenle karadeliklere “kozmik yamyam” denir. Neligine kısaca degindigimiz kuazarlar gerçekten çok uzakta mı? Kuazarların sergiledigi kırmızıya kaymanın ‘inanılmaz’ boyutları, kozmolojik kırmızıya kayma kavramını gündeme getirmistir. Kozmolojik kırmızıya kayma Doppler kayması ve çekimsel kırmızıya kaymadan farklıdır. Kozmolojik kırmızıya kayma uzayın genislemesinin dogurdugu bir etkiolarak sunulur. Ancak, bunu söyleyebilmek için Hubble kutusunun dısında yeralan tümgökadaların veya gökcisimlerinin dagılımının da dogrusal yasaya uygun olması gerekir (Sekil3). Sekil 4 , kuazarlar için çizilmis olan Hubble iliskisidir. Aslında “iliskisizligi” demek dahadogrudur. Gerçekten de kuazarların görünürdeki parlaklıgı ile kırmızıya kaymaları arasındabir iliskinin varlıgından sözedebilmek için ‘bilim karsıtı’ derecesinde yanlı olmak gerekiyor.Sekil 4 deki gözlem verilerine çok çesitli istatistiksel yöntemler uygulanmasına, aynı verilerindegisik biçimlerde yerlestirilmis olmasına karsın veri noktalarının dagılımı asla ve asla egimi5 olması gereken bir dogru ile temsil edilememistir. Eger bunu basarabilseydik, diger birdeyisle, Hubble’ın Sb türü gökadalar için saptadıgı dogrusal iliskinin, Hubble kutucugunundısında da geçerli oldugunu gösterebilseydik, evrenin genislediginden sözedebilirdik.
Sekil 3. Hubble kutusu (“Hubble’s Box”) dısındaki bazı gökadalar ve kuazarlar dogrusal bagıntı ilebetimlenemez. Bu nedenle evrenin genislemesinden sözetmek dogru degildir.
Sekil 4. Kuazarlar için Hubble bagıntısı. Grafikteki noktaların bir dogru ile anlatılamayacagına dikkat ediniz.kincisi, kozmolojik hipoteze göre, birbirinden olabildigince farklı kırmızıya kaymasergileyen iki gökcisminin Yer’deki gözlemciden aynı uzaklıkta bulunması olanaksızdır.
Halton Chip Arp 1949 yılında Harvard College’dan mezun olur. 1953 yılındaCalifornia Institute of Technology’ de doktorasını tamamlar. 29 yıl süreyle Mt. Wilson vePalomar gözlemevlerinde kadrolu çalısır. 1980 – 1983 yılları arasında Astronomical Society ofthe Pacific toplulugunun baskanlıgını yapar. Yaptıgı çalısmalardan dolayı, Helen B. Warner;Newcomb Cleveland ve Alexander von Humboldt ödüllerini alır. Günümüzde de etkin olanbilimsel yasamına 1965 yılında baslar ve çogu Astrophysical Journal, Astronomy &Astrophysics adlı birinci sınıf gökbilim dergilerinde olmak üzere birçok makalesi yayınlanır.Bulguları, evrenbilimin ana akıntısındaki görüsleri çürüttügünden ünlü gözlemevlerindekiteleskop zamanı elinden alınmıs, bilimsel makaleleri yıllarca bekletildikten sonra yabasılmamıs ya da basılabilmesi için “bilimsel ödünlerde” bulunması istenmistir!Bilimsellikten ödün vermeyen Arp kendi deyisiyle, “Bilimsel sonuçların standart bilimdergilerinde yayınlanması ve tartısılması engellenince yapacak bir tek sey kalıyor : kitapyazmak”.
Bunun üzerine Halton Chip Arp , 1987 yılında Interstellar Media adlı yayıneviyleanlasarak Quasars, Redshifts and Contraversies adlı kitabını yayınlatır.Bu kitapta Big Bang evren modelini yanlıslayan birçok gözlemsel veri yeralmaktadır.Kitabın iletisi son derece açıktır: “ Gözlemsel veriler kırmızıya kaymanın kuazarlar için iyi biruzaklık ölçegi olmadıgını gösteriyor…Bugün elimizdeki zengin veriler yalnızca kuazarlarındegil çogu gökadaların da görünürdeki parlaklık – kırmızıya kayma bagıntısına yani Hubblebagıntısına uymadıgını göstermektedir.‘Pekiyi, tüm bu saglam kanıtlara karsın bilim dünyası gerçeklere sarılmada, onlarıyüceltmede niçin yavas veya isteksiz davranıyor ; çürütüldügü savunulan Big Bang modelininiçin bırakmıyor?’ sorusu sorulabilir. Bu sorunun yanıtını, ‘ne yazık ki evrenbilim ve parçacıkfizigi alanlarında ortaçagın sonlu evren modeli hortlamıstır. Gözlemsel – deneysel sonuçlaryerine fiyakalı matematiksel sonuçlar yeglenmektedir ‘biçiminde vermek zorundayız.
Big Bang yalnızca evrene iliskin bir model degildir. Bu model, birçok fiziksel süreçlerin yanısıra,insanın tanrılarıyla olan iliskileri gibisinden metafizik sorunlarına; yönetici sınıfların yönetilenlerle olan hiyerarsik iliskilerine de yanıt veriyor. Kısacası, Big Bang’in öyküsüyalnızca gökyüzünün ve gökbilimcilerin öyküsü degildir.
H.C. Arp’a göre Big Bang’in çöküs süreci, Ermenistan’da, küçük bir Schmidtteleskopla gözlem yapan Markarian adlı bir gökbilimcinin bulgusuyla baslıyor. Güçlü moröteısınımı salan sürekli kaynaklar üzerine bir arastırma yapan Markarian NGC 4319 sarmal kollugökada yakınında kuazar benzeri bir cisim buluyor ve bu cisme Markarian 205 adını veriyor(Sekil5). Daha sonra Daniel Weedman kuazarın tayfını alıyor ve kırmızıya kaymasındanuzaklasma hızını 21000 km s -1 olarak buluyor. Diger yandan NGC 4319 gökadasının bizdenuzaklasma hızı 1700 km s -1 olarak bulunuyor. Arp, fotograf plagı üzerinde birbirine çokyakın bulunan bu iki gökcisminin birbirine yakın olup olmadıgını incelemeye baslıyor.Eastman Kodak firmasının özellikle gökbilim çalısmaları için ürettigi, son derece duyarlıIIIa-J filmiyle kuazar-gökada çiftinin fotografını yeniden çekiyor. Bunun için Mt.Palomar’daki 5 m lik yansıtıcı teleskopta 4 saatlik poz süresi gerekiyor.
Çekmis oldugu fotograf plagını banyo eden Arp kuazar ile gökada arasında yeralan ısıklı bir köprününvarlıgına dikkat ediyor. Büyük teleskoplarla çalısan deneyimli gökbilimciler bir fotografplagındaki görüntünün netligi, biçimi ve boyutlarına bakarak onun gerçek bir gökcisminingörüntüsü mü yoksa emülsiyon bozuklugu mu oldugunu hemen söyleyebilir. Arp’a göre NGC4319 gökadasıyla Markarian 205 kuazarı arasındaki ısıklı köprü gerçek bir görüntüydü.Bununüzerine Arp kendisine, “Kuazarla gökada fotograf plagı üzerinde birbirine çok yakınduruyorlar. Acaba Markarian köprüsü önalandaki bir gökadayla ardalandaki bir kuazarınısıklarının saçılması sonucunda olusmus bir ‘sızıntı’ mı?” sorusunu yöneltiyor. Yanıt,“Olamaz!” oluyor. Çünkü, gökyüzünde birbiriyle fiziksel iliski içinde bulunmayan ancakfotograf plagı üzerindeki görüntüleri birbirine yakın konumlara izdüsen gökcisimleriningörüntüleri birlesirken arada kum saatine benzer bir ısık sızıntısı olusur. Markarian köprüsüdar ve düz uçlara sahip bir köprü oldugundan iki cismin birbirine fiziksel olarak baglıoldugunu kuskuya yer bırakmayacak biçimde sergiliyor.Bulgunun bilim dünyasında dolasıma girmesiyle birlikte Big Bang yanlıları da kendi fotograflarını çekiyorlar. 2 m çapındaki bir teleskopla çektikleri fotograf plagında NGC 4319gökadasıyla Markarian 205 kuazarı arasındaki ısıklı köprü kendisini göstermiyor. Onlar dakendi plaklarını bilim dünyasında dolasıma sokuyorlar. Amaçları, Arp’ın iyi bir fotografçıolmadıgı izlenimini bırakmak. Ancak Arp iki farklı görüntüyü olusturan teleskopların fotontoplama güçleri oranının (2 / 5) 2 = 0. 16 oldugunu, dolayısıyla 2 m lik teleskobun Markarianköprüsünden gelen fotonları toplayamayacagını gösteriyor.
Bunun üzerine diger grup, Arp’ınsergiledigi bilimsel gerçegi yadsımak için iki sav gelistiriyor: 1) Markarian köprüsü gerçekdegil; 2) Isıklı köprü gerçekse bile büyük bir olasılıkla ardalanda bulunan ve tam kenardangözlenen bir gökada görüntüsüdür.Ancak Markarian köprüsünün “yüzey parlaklıgı” bir gökadanınkinden oldukça çokdüsüktür. Bu nedenle bir gökada olma olasılıgı yoktur! Ayrıca, tam kenardan gözlenengökadaların yüzey parlaklıgı gökada özeginden uçlara dogru gidildikçe azalır. Dikkat edilirseMarkarian köprüsünde böyle bir azalma yok! Daha sonra gelistirilen CCD teknolojisiyle eldeedilen görüntüler de köprünün ne kum saati biçiminde ne de tam kenardan gözlenen gökadadiski biçiminde oldugunu göstermistir. Ancak, yukarıda ileri sürdükleri savlardanvazgeçmeyen Big Bang yanlıları degisik kırmızıya kayma gösteren gökcisimlerinin fizikselolarak iliskili olamayacagı konusunda ayak diretmeyi sürdürmektedirler.
Sekil 5. NGC 4319 sarmal kollu gökadası ve hemen yanında okla gösterilen Markarian 205 kuazarı.Teknik ayrıntılarda bogulan Big Bang yanlıları çok önemli bir özelligi gözdenkaçırdılar. Dikkat edilirse NGC 4319 alısılmısın dısında bir sarmal kollu gökadadır.Gökadanın sarmal kolları kökünden kopmus durumda! Gökada yaklasık 10 milyon yıl önce yabir patlama ya da büyük bir tedirginlik yasamıs olmalıdır. Kuazarı gökadaya baglayan ısıklıköprünün önemi, köprü boyunca gökadaya dogru ilerledigimizde gökadanın tam özeginevarıyor olmamızda yatıyor. Bu gerçek, kuazarın gökada özeginden fırlatıldıgına iliskinhipotezi dogrular görünüyor. Çogu gökada çekirdekleri etkindir; yani özekten dısarıya dogruyüksek erkeli ısınım, radyo yumakları ve ısınım yapan özdek fırlatırlar. Fırlatılan özdek veısınım zamanla degisir. Markarian köprüsü de Markarian 205 kuazarının NGC 4319gökadasının özeginden fırlatılmıs bir cisim oldugunu dogrularcasına orada yatıyor.1973 yılında baslayan bu tartısma 1984 yılında Jack Sulentic’in çalısmasıyla Arp’ınsavını dogrular yönde bir gelisme göstermistir. Aradan geçen 11 yıllık süre içindePalomar’daki 5 m lik teleskopla alınan en iyi 4 görüntüyle, Kitt Peak Ulusal Gözlemevindeki(KPNO) 4 m lik teleskopla alınan en iyi 3 görüntüyü JPL deki görüntü islemcisine sokanSulentic, Markarian köprüsünün NGC 4319 gökadasının özegine dek uzandıgını gösteren birgörüntü elde etmistir. Aslında köprü, gökada diskini boydan boya geçen bir ‘omurganın’varlıgını da ortaya çıkarmıstır. Gökcisimlerinin fırlattıgı jetlerin hemen hemen daima bir dekarsı jeti bulunur. Bu gerçekten yola çıkan Sulentic, ‘omurganın’ diger ucunda, Markarianköprüsü ile bakısık konumda yıldızımsı bir nesnenin olup olmadıgını arastırdı. Gerçekten demoröte CCD görüntüsünde karsı jetin varlıgı görüldü. Bu arada Palomar’daki 5 m lik teleskopArp ve Sulentic’e kapatıldıgından (!) karsı jetin tayfını 4 m lik KPNO teleskobunda almakzorunda kaldılar. Güvenilir bilimsel sonuçların elde edilebilmesi için daha fazla teleskopzamanına gereksinimleri var. Ancak çalısmaları ana akıntıdan saptıgı için bu tür projelerteleskop zamanı bulamıyorlar.Bu arada KPNO’da elde ettikleri tayflar hiç beklenmedik sonuçlar gösterdi. Ha ısınımısarmal kollu gökadalar için tipiktir. Ancak NGC 4319 gökadası Ha ısınımı göstermemektedir.Bunun yerine tüm gökada diskinden yalnızca iyonlasmıs azotun ısınımı gelmektedir. Bu da sarmal kollu gökadalar için olaganüstü bir durumdur. Tayf verileri gökadanın siddetlitedirginliklerle sarsıldıgını göstermektedir.NGC 4319 – Markarian 205 çifti üzerine yapılan çalısmaların en ilginci de bir çift“suskun” (!) gökbilimciden geldi. 5 m lik Mt. Palomar teleskobunda oldukça uzun gözlemzamanı bulabilecek denli ayrıcalıklı olan Caltech’li bir gökbilimciyle onun ngiliz arkadası,düsük kırmızıya kaymalı cisimler yanındaki yüksek kırmızıya kaymalı cisimler üzerindeyogunlasmıslardı.
Bu kisiler, yüksek kırmızıya kaymalı cismin tayfında düsük kırmızyakaymalı cismin sogurma çizgilerini algıladıklarında, bu sonuçları, yüksek kırmızıya kaymalıcismin daha uzakta oldugunun kanıtı olarak yorumluyorlardı. Bu yorum çok saglıklı sayılmaz.Aslında yüksek kırmızıya kaymalı cisim digerinin hemen arkasında veya içinde olabilir vehatta düsük kırmızıya kaymalı cisim tarafından fırlatıldıysa o cismin özdegini bir kuyrukluyıldızın saçı gibi çevresinde toplamıs da olabilir. Öyle ya da böyle! Eger yüksek kırmızıyakaymalı cismin tayfında düsük kırmızıya kaymalı cismin sogurma çizgileri yoksa, bu bulgu,‘yüksek kırmızıya kayma gösteren cismin digerinin önünde oldugu’ biçiminde yorumlanmalıdır.
Bu durumda Big Bang yanlılarının bir tek çıkar yolu kalıyor: eger yüksekkırmızıya kaymalı cisme düsük kırmızıya kaymalı gökadadaki vakum benzeri bir bosluktanbakıyorsak sogurma çizgileri gözlenemeyebilir (Gerçekten de Samanyolu gökadasınınözegine yakın bir yerde, gökada konsayıları l = 00. 9 ve b = – 30. 9 olan noktada bir “gökadapenceresi” bulunmaktadır. Bu bölgede yıldızlararası gaz ve toz çok düsük yogunlukluoldugundan o bölgede optik gözlemlerin yapılabilmesine izin verir). Ancak NGC 4319gökadasının Holmberg yarıçapını belirlemek amacıyla olusturulmus olan esyükselti haritası odenli düzgün dagılımlı ki bu olasılıgı da çürütüyor.
Adı geçen Caltech’li ve ingiliz gökbilimcinin Markarian 205 örnegi üzerinde çokyogun çalıstıkları haberi Arp’a sızdırılır. 1983 yılında Liege’deki uluslararası toplantıda Arpbu iki bilimciye Markarian 205 ile ilgili çalısma sonuçlarını sorar. Onlar da kuazar tayfındasogurma çizgileri gözleyemediklerini açıklarlar. Bu öykünün tüyler ürpertici yanı sudurünyanın en büyük teleskoplarından devasa boyutlarda gözlem zamanı alabilme ayrıcalıgınasahip olan bu biliminsanları (!) yapmıs oldukları bilimsel çalısma sonuçlarınıyayınlamamıslar, elde ettikleri bilgileri, kendi evren modellerine aykırı düstügü içingizlemislerdir.”
Şimdi araya giriyorum ama KİMMİŞ ŞİMDİ SÖZDEBİLİMCİ OLAN HA? KENDİ TEORİLERİNİ ÇÜRÜTEN BULGULAR BULUP GİZLEYEN SİZLER Mİ YOKSA SÜREKLİ GÖRMEZDEN GELİNEN VE DIŞLANMASINA RAĞMEN GERÇEKLERİ SAVUNAN BİZLER Mİ?
Aniden sinirlendim pardon. Benim en mantıklı bulduğum teori olan Elektrik Evren hakkındaki madde taaa 2005’te wikipedinin yozlaştırılması fazla yokken kaldırıldı. 2005 yani düşünün artık daha 2014’teyken bile wikipedi fazla kötü durumda değildi. Şuan wikipedi’nin kurucusu bile söylüyor wiki’nin güvenilir olmadığını. Ama taaa 2005’te ne olduda kaldırıldı o madde bilmiyorum. Ya yahudilerin müdahalesi ya da bir tarz kural ihlali oldu.
Devam ediyoruz.
“NGC 4319 – Markarian 205 ikilisi çok tartısılmıs bir örnek oldugundan üzerinde ayrıntılarıyladurduk. Arp’ın kitabında benzer tartısmalı örneklerin sayısı çok (Sekil 6a, b) Yansız birokuyucu için, kuazarların etkin gökada özeklerinden fırlatılan cisimler oldugu hipotezi kitabınsayfalarından dısarıya fırlıyor! Etkin gökadaların evren içindeki konumlarıysa hiç deayrıcalıklı degil. Bunlar çok yakınlarımızda da orta uzaklıklarda da çok uzaklarda dabulunabilir. Dolayısıyla kuazarlar hiç de sanıldıgı gibi uzak gökcisimleri degil. Sergilediklerikırmızıya kaymanın belli bir bölümü Doppler, kozmolojik veya çekimsel kaynaklı olabilir.Ancak kuazarların kırmızıya kaymalarının esas nedeni özgün bir fiziksel sürecin varlıgınaisaret ediyor; ama ne? Henüz bilemiyoruz (Wolf etkisi, dispersion,vb.). Çizelge 1, yakınkomsulugunda birden çok kuazar bulunan gökadaları gösteriyor.
Sekil 6(a) NGC 7603 gökadası ve ısıklı köprü ile baglanan kuazar; (b) Parkes 1327 – 206 kuazarı ve onugökadaya baglayan ısıklı köprü.Kuazarlar konusunda ana akıntıya karsı yüzen genç ve yaratıcı biliminsanlarından bir digeride K.G. Karlsson’dur. Karlsson, kuazar kırmızıya kaymalarının ‘kuantlastıgını’ göstermistir.Buldugu iliski, D log (1+ z) = 0. 089 bagıntısıyla anlatılır. Ancak bu parlak gökbilimci,gökbilim dünyasında is bulamamıs ve tıp alanında gelecek aramak zorunda kalmıstır.
türü gökadalar için elde edilmis olan Hubble iliskisine bakarak ya da geçerliliksınırları, denge durumundaki dizgelerle sınırlanmıs olan termodinamigin II. Yasasınayaslanarak evrenin belli bir zamanda basladıgını, genisledigini ve ‘ısı ölümüne’ dogrugittigini söyleyebilmek için ya yazgıcılıgın prangalarına gönüllü baglanmak ya da kötümservarolusçu olmak gerekiyor.
Çizelge 1. Yakın komsulugunda birden çok kuazar bulunan gökadalar. z , kırmızıya kayma degerini ; p de ilgilikuazarın gökada yakınında raslantısal olarak bulunma olasılıgını simgeler. Eger p > 0. 01 ise kuazarın gökadayakınında raslantısal olarak bulundugunu söyleriz. Uzaklıklar yaysaniyesi cinsindendir.
Kaynaklar :Arp, H.C., Quasaras, Redshifts & Controversies, Interstellar Media, Berkeley, 1987.Hubble, Edwin, The Realm of the Nebulae, Yale University Press, London, 1936 “
Böylece kızıla kaymayı göstererek evrenin genişlediğini iddia etmenin ne kadar saçma olduğunu görmüş olduk. Mikrodalga ışıma ardalan değil, kızıla kayma tüm yapılar için geçerli değil, e ne kaldı geriye Büyük Patlama kuramında kanıt olarak sunulabilecek? Sadece madde dağılımıyla alakalı bir konu var, ondan sonra bu yazıyı (umarım) sonlandırabilirim.
“Hafif Element Bolluğu ve Neutrino Sayısı Ağır element bollukları Büyük Patlamaya karşı sav olarak kullanılmaktadır. Şimdi, standart model de ağır elementlerin yıldızlardaki atom çekirdekleri sentezinden geldiğini onamış, dikkatini hafif elementler üzerine yoğunlaştırmıştır. Diğer kozmoloji modellerinde hafif elementlerin varlığını açıklamada kullanılan ‘kozmik ışın parçalanmasını’ (spallation) yadsıyan Büyük Patlama modeli, dört hafif elemen arasındaki iyi uyumu sağlamak ve korumak amacıyla ayarlanabilir parametre (foton/baryon oranı) kullanır. Öngörülen He4 bolluğu, yıldız çekirdek sentezlerinden beklenen değere yakın olduğundan çok önemi değildir. Eğer yıldız hidrojen yakıtını tamamen tükettiğinde, hidrojenin çoğu He4 ve daha ağır elementlere dönüşmüşse, He4 bolluğu hidrojen bolluğunun %25’inden yalnızca birazcık az olmalıdır. Çünkü 4 hidrojen atomu 1 He atomu üretir. Bu oranın ‘biraz az’ı çok az sayıdaki atomun He yerine daha ağır elementlere dönüştüğünü anlatır. Gözlenen deuterium bolluğunu değerlendirmek zordur. Hubble Uzay Teleskobundan gelen en son değerler, bu bolluğun Büyük Patlama öngörülerinden daha az olduğu yönündedir. Böylece, bir ayarlanabilir parametre yardımıyla, He3 ve Li elementi Büyük Patlama öngörüleri için ‘iyi uyum’ sağlar. Bu parametre, foton/baryon oranıdır. Uydurulan (fit) en iyi değer, evrenin kütle yoğunluğunun (Ω – omega) 0.1 den az olmasını gerektirir (yani evren ‘açık’tır; bu durum Büyük Patlamanın bazı popüler versiyonlarıyla çelişki yaratır). Ek olarak, Be element bolluğu üzerine yapılan son değerlendirmeler, bu elementin evrende Büyük Patlamanın öngördüğü değerden bin (1000) kez bol olduğuna işaret etmektedir. (G. Gilmore ve ark., First detection of berylium in a very metal poor star: a test of the standart Big Bang model, ApJ, 378, pp.17 – 21, 1991).”
Büyük Patlamanın element bolluğunu öngörmede diğer kozmolojik modellerden daha iyi olduğu iddiası haklı gösterilemez. “
Ayrıca, büyük patlama teorisinin ingilizce sayfasında bizzat kendileri bazı element bolluklarının kendi kuramlarıyla uyuşmadığını söylüyorlar.
” The measured abundances all agree at least roughly with those predicted from a single value of the baryon-to-photon ratio. The agreement is excellent for deuterium, close but formally discrepant for, and off by a factor of two for “
,
“In astronomy, the lithium problem or lithium discrepancy refers to the discrepancy between the primordial abundance of lithium as inferred from observations of metal-poor (Population II) halo stars in our galaxy and the amount that should theoretically exist due to Big Bang nucleosynthesis+WMAP cosmic baryon density predictions of the CMB. Namely, the most widely accepted models of the Big Bang suggest that three times as much primordial lithium, in particular lithium-7, should exist. This contrasts with the observed abundance of isotopes of hydrogen (1H and 2H) and helium (3He and 4He) that are consistent with predictions.[1] The discrepancy is highlighted in a so-called “Schramm plot”, named in honor of astrophysicist David Schramm, which depicts these primordial abundances as a function of cosmic baryon content from standard BBN
predictions.
“
Kızıla kayma evrenin genişlediğini kanıtlayamıyor, mikrodalga ışınımının büyük patlamadan kaynaklandığı iddiası belirsiz, hatta büyük patlamada söylenilenlerin tam tersinin çıkma ihtimali daha yüksek, madde bolluklarının öngörülerle uyuşmadığı wikipedide bile yazıyor, ee?
Ne kaldı elinizde kanıt olarak sevgili sonuna kadar gerçek ve sorgulanamaz şekilde doğru büyük patlama kuramının savunucuları? Koca bir hiç.
Böylece Büyük Patlama kuramını kanıtladığı söylenen tüm iddiaların boş çıktığını görmüş olduk.
Şimdi biraz da Büyük Patlama Kuramının kurucularından bahsedeceğim.
Öncelikle büyük patlama kuramının temelini atan kuram Einstein yahudisinin genel görelilik kuramıdır.
Büyük patlama kuramı için ilk adımı ise Katolik bir rahip olan Lemaitre’den geldi.
“George Lemaitre (d. 17 Temmuz 1894, ö. 20 Haziran 1966), Belçikalı bilim insanı ve rahip. Louvain Üniversitesi‘nde gökbilim okudu ve daha sonra aynı üniversiteye gökbilim profesörü olarak atandı.
Lemaitre, Einstein‘ın genel görelilik kuramından yararlanarak evrenin genişlediğini söyledi. Evrenin bir zamanlar bir atomun içine sıkışmış olduğunu iddia etti. Georges Lemaître 1927’de bu atomun parçalandığını ve her yana sıcak gazlar saçtığını öne sürdü. Bu tezi daha sonraları Büyük Patlama kuramı olarak adlandırıldı. …Büyük Patlama teorisi ilk olarak Georges Lemaître tarafından öne sürülmüştür.[kaynak belirtilmeli] “
İkinci ve üçüncü bölümde bol bol bahsedeceğim kişllerden biri olan nobel ödüllü fizikçi Hannes Alfven bu konuda şöyle söylüyor:
“Lemaître’in teorisinin temel güdüsünün, kendi fiziğini, Kilisenin hiçlikten yaratılış öğretisiyle uzlaştırma ihtiyacı olduğunu daha o zamandan anlamıştım.”
Daha sonra İse asıl bahsetmek istediğim kişi olan Eddington var. Büyük patlama kuramının ilk teorilerinde çokça katkısı olmuştur. Ayrıca Einstein’ın makalelerini tüm dünyaya tanıtmıştır ve bir keşif gezisine çıkıp Einstein’ın teorisini sınamıştır.
“Standart kozmolojinin bazı yandaşlarının tavrı, Eddington’un, ‘eğer kuramla deney
arasında bir uyuşmazlık varsa, deneylere inanmayın’ önerisine uymak olmuştur”. (Proceed.
Gravitation & Rel. Astrophysics, World Sci. Singapore, 1982, s. 117)
Asıl görmenizi istediğim şey Eddington’un bu sözüydü. Deneylere inanmayın demek tüm bilimsel ilkeleri çöpe atmak demektir. Ve saygın bir bilim insanı olduğu söyelenen biri söylüyor bu sözü! Bu söze ne söylesem az kalır.
Ben Satanizmle ilk tanıştığımda büyük patlamaya inanmadıklarını görmek tuhaf geliyordu ve açıkçası satanistlerin yanıldığını düşünüyordum. Ancak daha fazla araştırma yapıp Rennan Pekünlü’nün kitapalrına rastlayıp okumaya başlayınca herşey yerine oturmaya başladı.
Ve tam olarak bu sözü okuduğum anda büyük patlama zırvasından koptum. Tam olarak bu sözü okudğumda, tüm ana akım fizikten nefret etmeye başladım. Tam olarak bu sözü okuduğumda, ne kadar ana akım fizik teorilerini savunan insan varsa hepsine öfke duymaya başladım.
SS olun ya da olmayın, benim karşımda karanlık maddeyi, karanlık enerjiyi, sicim teorisini vs. öve öve çok iyi birşeymiş gibi anlatırsanız, düşmanım olursunuz. Bu konuda asla taviz vermem. yahudilerin boklu zihninden çıkmış teorilerin olmayı hak ettiği tek yer lağımdır, joy of satan forumları değil.
Yemin ediyorum Eddington’u sokakta görsem bir saniye bile düşünmeden boğarım, o kadar çok nefret ediyorum.
Her neyse.
Daha yazılacak çok şey bulabilirim ama yazı çok uzadı ve ben bu yazının 23 Aralık’ta yani Şeytan’ın Gününde yayınlanmasını istiyorum. Bu ayrıca yazı dizim için mükemmel bir başlangıç tarihi olacak.
Ha bu arada unutmadan, Yule bayramınız kutlu olsun! Bu yazıyı da bizim için durmadan çalışan Şeytan’a ve tüm Tanrılara armağan ediyorum! Ya da atfediyorum. Adıyorum? Buna uygun bir kelime vardı ama tam emin olamadım şuan.
Her neyse, sonraki yazı ne zaman gelir hiçbir fikrim yok. Görüşürüz!