Sizler Başkalarının Kurtarıcısı Değilsiniz

[Daemonica]

Hayatın amacı kendimizi ve çevremizi iyileştirmektir, fakat bu misyonumuzun üstüne düşünmeden; akla gelen ilk ve en basit şekliyle kullanırsanız, başınıza bela alırsınız. Keza durum şu ki; siz, bir başkasının kurtarıcısı olamazsınız.

Kendimizi iyileştirmek büyük bir adımdır, çok zorlu bir yoldur; fakat bir kez karar verince geri dönebileceğiniz bir şey de değildir. Çünkü o yolda yürürken içinize dolan neşeyi, keyfi, zevki ve yaşam hissini bir kez tattığınızda; bir daha tam tersi olan ölüm, melankoli ve kederi vücudunuza alamayacak hale geleceksiniz. Bu şeyler size zehir gibi hissettirecek, zaten öyleler; yaşamı aramak ve yaşam ile dolu olmayı amaçlamak doğal olandır. Bahsettiğim kavram adandıktan sonra yaşanan bir şey belki, fakat asıl olması gereken bu; peki biz neden yaşam dolu olmayı unuttuk ve kendimizden nefret eder hale geldik? Elbette ki bize böyle öğrettiler.

Biz, bize öğretilen bu yetersizlik hissini parçalayıp yaşam dolu olmayı öğrendik belki; fakat diğer insanlar? Onlar öğrenebildi mi? Bunu görmek için insanları uzun yıllardır gözlemliyorum. Çoğu insan, tahmin edilebileceği üzere; yaşam dolu değil, hiçlik ve karamsarlık ile dolu. Bahsettiğim insanlar dünyamızda, ülkemizde ve hayatlarımızda sürüsüyle bulunuyor. Maalesef onlar ailemiz, sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz de olabiliyor. Biz de hayattaki misyonumuzu hatırlıyor, onları da kendimiz gibi iyileştirmek; yaşam taşımak istiyoruz, peki sonuç ne oluyor? Çoğunlukla hüsran.

Hüsranımızın sebebi, onları da bizim gibi yapamamak. Değer verdiğimiz bir insan, içlerindeki boşluğu Tanrıların ilahi sevgisi ve kutsallığıyla değil de müsriflik ve iğrenç bir hiçlik ile doldurduğunu görmek kesinlikle kahredici bir deneyim. Üstelik, misyonumuzu başarıyla gerçekleştiremediğimizi düşünüp biz de bu kişilerden negatif şekilde etkilenebiliyoruz. Fakat hüzünlenmeye gerçekten gerek var mı? Bugün bu soru üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Çünkü çoğu kişi misyonumuzu yanlış anlıyor, sonra da negatif enerjili kişiliklere rastlayıp kendilerini yokuş aşağı sürüyor. Sonuç olarak kişi ne kendini, ne de çevresini iyileştirebiliyor; sadece iki enkaz kalıyor geriye...

Çevremize baktığımızda, çoğu kişinin karamsar, adeta sefil ve boşuna yaşadığını göreceksiniz. Bizler düzenli olarak meditasyonlar yaptığımız için ister istemez hemen herkese aynı etkiyi gösteren özelliklere sahibiz; mesela daha temiz, samimi ve güvenilir hissettiriyoruz. Bundan ötürü insanları kendimize çekmemiz çok doğal, ateşin parıltısına çekilen güve gibi bize çekiliyorlar; fakat aynı o güvenin ateşe fazla yaklaşırsa alev alıp yok olacağı gibi, onlar da bazen yaydığımız ışıktan korkuyor, ürküyorlar. Tanrılara adanmışlıkla parlayan ruhumuz onlara çekici geliyor fakat aynı zamanda onlara bir ayna görevi de görüyor, kendi çürümüşlüklerini hatırlayıp sizden fena halde korkmaya başlayabiliyorlar. Neden böyle korkuyorlar diye soracaksınız; cevap çok basit, tembellik ve inançsızlık! Bu kişiler kurtuluşa bile layık olmadıklarına inanarak yetiştirilmiş kişiler, o yüzden kurtuluş yolunu sizde görüp sizi "kurtarıcı" sanabiliyorlar; fakat kurtulmaktan da korkuyorlar.
Bir parantez açmak istiyorum; bu kişiler hayatlarında daha önce hiç "kurtuluş" yolu olan inancımızı bulmamış olabilirler, biz de onların karşısına bir temsilci olarak çıkıyoruz; dolayısıyla bizi "kurtarıcı" sanmaları doğal. Fakat bu psikolojik açıdan fazlasıyla sıkıntılı, çünkü bir taraf tüm ümitlerini karşıya bağlama, bir taraf da kendini Mesih sanma sanrısına kapılabilir. Bu yüzden söylemek gerekir, sizler başkalarının kurtarıcısı değilsiniz. Dinimiz bize kimseyi kurtarmamızı söylemez. Tanrılar bile bizi kurtarmıyor, bizim kendi kendimizi kurtarmamızı bekliyorlar; o halde bizim kurtarıcı rolüne girmeye çalışmamız rezil bir kibir örneği değil midir?

Bizlerin sosyalleşmesi maalesef çok zor; çünkü insanların yarısı bir yalana inanırken diğer taraf da hiçlikte boğuluyor. Bundan ötürü insanların yanında kendimizi korumamız gerek, onların yanındayken birincil amacımız onları kurtarmak değil, onların negatif enerjisinden kendimizi kurtarmak olmalı.

Tüm bu söylediklerimi kişisel deneyim sahibi olduğumdan ötürü anlatıyorum. Sevdiğim insanlar, aile üyelerim ve daha pek çok insana karşı; "Çevremi iyileştireceğim..." düşüncesiyle birlikte onların da hayatına etki etmeye çalıştım. Çoğunlukla başarısız oldum fakat yine denedim; yine olmadığında tekrar tekrar denedim ve en sonunda onlara empati yapacağım yerde adeta onlar gibi davranmaya başladığımı, benim de tekrar kurtarılmam gerektiğini fark ettim. Peki beni kim kurtaracaktı? Elbette kendim dışında hiç kimse. O yüzden kendimi tekrar tekrar kurtardım, sonra tekrar insanların seviyesine düştüm ve tekrar kendimi yukarı çektim. Bahsettiğim "yukarı çekme" durumunu yanlış anlamayın, bahsettiğim şey tamamen istikrara tekrar kavuşmak; istikrarın karşısında dengesizliğin ve kaosun ne denli acınası durduğunu sadece deneyim edenler anlayabilir.

Kurtarıcı kompleksinden çıkmak için şunu da fark etmek gerek, her biriniz harcanamayacak kadar değerlisiniz. Aranızdan hiç kimse, dışarıdan olanların dipsiz ve karamsar hayatlarından kötücül enerjiler kapıp zehir gibi günler yaşamayı hak etmiyor. Fakat dürüst olalım, çoğumuz bunu yaşayıp duruyoruz; yine de tekrar diyorum, bizler harcanamayacak kadar değerliyiz. Onların bizi kötü etkilemesi, misyonumuzun içinde yer alan "Kendimizi iyileştirmek..." kısmını hiçe sayıyor; biz de onlarla etkileşim halinde kalarak adeta farkında olmaksızın kendi misyonumuz konusunda çelişkili davranmış oluyoruz. Basit bir çıkarım sadece, kötü bir insan sizi de kötüler ve kendinizi iyileştirmenizi zorlaştırır. Kötü bir insanı kurtarmanıza da gerek yok, onların içindeki tiksinç karanlığı aydınlatmaya çalışmak yerine gidin ve gerçekten bu aydınlanmaya ihtiyacı olan birisine ışığınızı taşıyın.

Sizler başkalarının kurtarıcısı olamayacağınızdan ötürü, başkalarının yaşamlarındaki iğrenç şeyler de sizi bağlamıyor. Elbette bir insan olarak diğer insanların başlarından geçen kötü deneyimlere saygı duyup üzülebiliriz, fakat o kişi bu kötü deneyimi adeta zehir gibi size bulaştırmaya çalışıyorsa; onu kendi halinde bırakın, çünkü onlar da bizim misyonumuza karşı çıkan kişiler, düşmanlarımız. Onların karanlığı git gide büyüyerek içlerini kaplayacak ve karanlık kendi kendini yok edecek, bizlerin ışığı ise yayıldıkça yayılıp hepimizin içini ısıtacak fakat buna hazır olmayanları da korkutacak devasa bir ışığa dönüşecek. Bir insan içindeki karanlığı kendi elleriyle yok edip yerine ışığı koyamıyorsa, bu onun sorumluluğundadır; sizin değil. Kurtarılmak istemeyen birisini kaç kere kurtarmaya çalıştığınızın önemi yok, kurtulmak isteyen kendisini kurtaracaktır zaten.

 

[Daemonica]

Tanrılar bile bizi kurtarmıyor, bizim kendi kendimizi kurtarmamızı bekliyorlar; o halde bizim kurtarıcı rolüne girmeye çalışmamız rezil bir kibir örneği değil midir?

Bu cümleyi açıklamak istedim çünkü konu bağlamında bakarsak sorunsuz fakat tek başına okuduğumuzda yanlış anlaşılabilir. Tanrılar bizi kurtarmak için yardımlarını sunuyor, değerler öğretiyor ve bizim işimizi kolaylaştırmak için yapmaları gerektiği kadarını yapıyorlar; fakat direkt elimizi tutup bizi Tanrıların sarayına sokmayacaklar, "bizi kurtarmıyorlar" derken kastettiğim şey buydu. Hiç bir Tanrı hiç kimseye torpil geçmeyecek.

 

[Aposthemia]

Çevremizdeki insanları uyandırmaya çalışmak yerine, değiştirilebilir olanları daha aydınlık insanlarla değiştirmek bize muazzam bir hareket hızı kazandırır.

 

[Alchera]

Hayatın amacı kendimizi ve çevremizi iyileştirmektir, fakat bu misyonumuzun üstüne düşünmeden; akla gelen ilk ve en basit şekliyle kullanırsanız, başınıza bela alırsınız. Keza durum şu ki; siz, bir başkasının kurtarıcısı olamazsınız.

Kendimizi iyileştirmek büyük bir adımdır, çok zorlu bir yoldur; fakat bir kez karar verince geri dönebileceğiniz bir şey de değildir. Çünkü o yolda yürürken içinize dolan neşeyi, keyfi, zevki ve yaşam hissini bir kez tattığınızda; bir daha tam tersi olan ölüm, melankoli ve kederi vücudunuza alamayacak hale geleceksiniz. Bu şeyler size zehir gibi hissettirecek, zaten öyleler; yaşamı aramak ve yaşam ile dolu olmayı amaçlamak doğal olandır. Bahsettiğim kavram adandıktan sonra yaşanan bir şey belki, fakat asıl olması gereken bu; peki biz neden yaşam dolu olmayı unuttuk ve kendimizden nefret eder hale geldik? Elbette ki bize böyle öğrettiler.

Biz, bize öğretilen bu yetersizlik hissini parçalayıp yaşam dolu olmayı öğrendik belki; fakat diğer insanlar? Onlar öğrenebildi mi? Bunu görmek için insanları uzun yıllardır gözlemliyorum. Çoğu insan, tahmin edilebileceği üzere; yaşam dolu değil, hiçlik ve karamsarlık ile dolu. Bahsettiğim insanlar dünyamızda, ülkemizde ve hayatlarımızda sürüsüyle bulunuyor. Maalesef onlar ailemiz, sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz de olabiliyor. Biz de hayattaki misyonumuzu hatırlıyor, onları da kendimiz gibi iyileştirmek; yaşam taşımak istiyoruz, peki sonuç ne oluyor? Çoğunlukla hüsran.

Hüsranımızın sebebi, onları da bizim gibi yapamamak. Değer verdiğimiz bir insan, içlerindeki boşluğu Tanrıların ilahi sevgisi ve kutsallığıyla değil de müsriflik ve iğrenç bir hiçlik ile doldurduğunu görmek kesinlikle kahredici bir deneyim. Üstelik, misyonumuzu başarıyla gerçekleştiremediğimizi düşünüp biz de bu kişilerden negatif şekilde etkilenebiliyoruz. Fakat hüzünlenmeye gerçekten gerek var mı? Bugün bu soru üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Çünkü çoğu kişi misyonumuzu yanlış anlıyor, sonra da negatif enerjili kişiliklere rastlayıp kendilerini yokuş aşağı sürüyor. Sonuç olarak kişi ne kendini, ne de çevresini iyileştirebiliyor; sadece iki enkaz kalıyor geriye...

Çevremize baktığımızda, çoğu kişinin karamsar, adeta sefil ve boşuna yaşadığını göreceksiniz. Bizler düzenli olarak meditasyonlar yaptığımız için ister istemez hemen herkese aynı etkiyi gösteren özelliklere sahibiz; mesela daha temiz, samimi ve güvenilir hissettiriyoruz. Bundan ötürü insanları kendimize çekmemiz çok doğal, ateşin parıltısına çekilen güve gibi bize çekiliyorlar; fakat aynı o güvenin ateşe fazla yaklaşırsa alev alıp yok olacağı gibi, onlar da bazen yaydığımız ışıktan korkuyor, ürküyorlar. Tanrılara adanmışlıkla parlayan ruhumuz onlara çekici geliyor fakat aynı zamanda onlara bir ayna görevi de görüyor, kendi çürümüşlüklerini hatırlayıp sizden fena halde korkmaya başlayabiliyorlar. Neden böyle korkuyorlar diye soracaksınız; cevap çok basit, tembellik ve inançsızlık! Bu kişiler kurtuluşa bile layık olmadıklarına inanarak yetiştirilmiş kişiler, o yüzden kurtuluş yolunu sizde görüp sizi "kurtarıcı" sanabiliyorlar; fakat kurtulmaktan da korkuyorlar.
Bir parantez açmak istiyorum; bu kişiler hayatlarında daha önce hiç "kurtuluş" yolu olan inancımızı bulmamış olabilirler, biz de onların karşısına bir temsilci olarak çıkıyoruz; dolayısıyla bizi "kurtarıcı" sanmaları doğal. Fakat bu psikolojik açıdan fazlasıyla sıkıntılı, çünkü bir taraf tüm ümitlerini karşıya bağlama, bir taraf da kendini Mesih sanma sanrısına kapılabilir. Bu yüzden söylemek gerekir, sizler başkalarının kurtarıcısı değilsiniz. Dinimiz bize kimseyi kurtarmamızı söylemez. Tanrılar bile bizi kurtarmıyor, bizim kendi kendimizi kurtarmamızı bekliyorlar; o halde bizim kurtarıcı rolüne girmeye çalışmamız rezil bir kibir örneği değil midir?

Bizlerin sosyalleşmesi maalesef çok zor; çünkü insanların yarısı bir yalana inanırken diğer taraf da hiçlikte boğuluyor. Bundan ötürü insanların yanında kendimizi korumamız gerek, onların yanındayken birincil amacımız onları kurtarmak değil, onların negatif enerjisinden kendimizi kurtarmak olmalı.

Tüm bu söylediklerimi kişisel deneyim sahibi olduğumdan ötürü anlatıyorum. Sevdiğim insanlar, aile üyelerim ve daha pek çok insana karşı; "Çevremi iyileştireceğim..." düşüncesiyle birlikte onların da hayatına etki etmeye çalıştım. Çoğunlukla başarısız oldum fakat yine denedim; yine olmadığında tekrar tekrar denedim ve en sonunda onlara empati yapacağım yerde adeta onlar gibi davranmaya başladığımı, benim de tekrar kurtarılmam gerektiğini fark ettim. Peki beni kim kurtaracaktı? Elbette kendim dışında hiç kimse. O yüzden kendimi tekrar tekrar kurtardım, sonra tekrar insanların seviyesine düştüm ve tekrar kendimi yukarı çektim. Bahsettiğim "yukarı çekme" durumunu yanlış anlamayın, bahsettiğim şey tamamen istikrara tekrar kavuşmak; istikrarın karşısında dengesizliğin ve kaosun ne denli acınası durduğunu sadece deneyim edenler anlayabilir.

Kurtarıcı kompleksinden çıkmak için şunu da fark etmek gerek, her biriniz harcanamayacak kadar değerlisiniz. Aranızdan hiç kimse, dışarıdan olanların dipsiz ve karamsar hayatlarından kötücül enerjiler kapıp zehir gibi günler yaşamayı hak etmiyor. Fakat dürüst olalım, çoğumuz bunu yaşayıp duruyoruz; yine de tekrar diyorum, bizler harcanamayacak kadar değerliyiz. Onların bizi kötü etkilemesi, misyonumuzun içinde yer alan "Kendimizi iyileştirmek..." kısmını hiçe sayıyor; biz de onlarla etkileşim halinde kalarak adeta farkında olmaksızın kendi misyonumuz konusunda çelişkili davranmış oluyoruz. Basit bir çıkarım sadece, kötü bir insan sizi de kötüler ve kendinizi iyileştirmenizi zorlaştırır. Kötü bir insanı kurtarmanıza da gerek yok, onların içindeki tiksinç karanlığı aydınlatmaya çalışmak yerine gidin ve gerçekten bu aydınlanmaya ihtiyacı olan birisine ışığınızı taşıyın.

Sizler başkalarının kurtarıcısı olamayacağınızdan ötürü, başkalarının yaşamlarındaki iğrenç şeyler de sizi bağlamıyor. Elbette bir insan olarak diğer insanların başlarından geçen kötü deneyimlere saygı duyup üzülebiliriz, fakat o kişi bu kötü deneyimi adeta zehir gibi size bulaştırmaya çalışıyorsa; onu kendi halinde bırakın, çünkü onlar da bizim misyonumuza karşı çıkan kişiler, düşmanlarımız. Onların karanlığı git gide büyüyerek içlerini kaplayacak ve karanlık kendi kendini yok edecek, bizlerin ışığı ise yayıldıkça yayılıp hepimizin içini ısıtacak fakat buna hazır olmayanları da korkutacak devasa bir ışığa dönüşecek. Bir insan içindeki karanlığı kendi elleriyle yok edip yerine ışığı koyamıyorsa, bu onun sorumluluğundadır; sizin değil. Kurtarılmak istemeyen birisini kaç kere kurtarmaya çalıştığınızın önemi yok, kurtulmak isteyen kendisini kurtaracaktır zaten.

Harika bir ifade ediş biçimi, bu konuların aslında ne kadar derin olduğunu güzel yansıtmışsınız ve adeta bir rehber niteliğinde.

 

[Aposthemia]

Burada bir iki gün önce konuştuk, olgunluğuna vardığımı sandığım şeyler oldu. Aşk ve sevgi illüzyonuyla mahremiyetimi ve ışığımı açtım ve kandırılmış hissettim tekrar. İç huzuruma zarar geldiğini hissettim. Yazınızın ve sizin varlığınızın kıymetini 2 gün içinde tekrar anladım, teşekkürler Daemonica. Aynı zamanda Anonimlik hakkında bir thread açmıştım. Sonne Bey'in verdiği cevabı özümsedim ve sanki bunun üzerine aldığım bir ders gibiydi. Ekleyeceğim şey şudur ki, burada bulduğunuzu asla dışarıda aramayın, buradaki güzelliği de dışarıya harala gürele savurmayın. Tanrı(ça)'ların iradesi sonsuz ve sarsılmazdır. Dilerim ki tüm ruhani ailemiz onlara benzeme yolunda daha az tökezleyerek, daha çok hissederek ve yaşam dolu olarak ilerlesin. Şeref ve Güç ebediyen Zeus'a atfolsun! ve onun sadık takipçileri olan bizler daima huzur, refah, genişleme, sadakat ve hakikatle var olsun. Temple of Zeus , ebediyen ışığıyla parlasın!

 

[Alexguardra]

Hayatın amacı kendimizi ve çevremizi iyileştirmektir, fakat bu misyonumuzun üstüne düşünmeden; akla gelen ilk ve en basit şekliyle kullanırsanız, başınıza bela alırsınız. Keza durum şu ki; siz, bir başkasının kurtarıcısı olamazsınız.

Kendimizi iyileştirmek büyük bir adımdır, çok zorlu bir yoldur; fakat bir kez karar verince geri dönebileceğiniz bir şey de değildir. Çünkü o yolda yürürken içinize dolan neşeyi, keyfi, zevki ve yaşam hissini bir kez tattığınızda; bir daha tam tersi olan ölüm, melankoli ve kederi vücudunuza alamayacak hale geleceksiniz. Bu şeyler size zehir gibi hissettirecek, zaten öyleler; yaşamı aramak ve yaşam ile dolu olmayı amaçlamak doğal olandır. Bahsettiğim kavram adandıktan sonra yaşanan bir şey belki, fakat asıl olması gereken bu; peki biz neden yaşam dolu olmayı unuttuk ve kendimizden nefret eder hale geldik? Elbette ki bize böyle öğrettiler.

Biz, bize öğretilen bu yetersizlik hissini parçalayıp yaşam dolu olmayı öğrendik belki; fakat diğer insanlar? Onlar öğrenebildi mi? Bunu görmek için insanları uzun yıllardır gözlemliyorum. Çoğu insan, tahmin edilebileceği üzere; yaşam dolu değil, hiçlik ve karamsarlık ile dolu. Bahsettiğim insanlar dünyamızda, ülkemizde ve hayatlarımızda sürüsüyle bulunuyor. Maalesef onlar ailemiz, sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz de olabiliyor. Biz de hayattaki misyonumuzu hatırlıyor, onları da kendimiz gibi iyileştirmek; yaşam taşımak istiyoruz, peki sonuç ne oluyor? Çoğunlukla hüsran.

Hüsranımızın sebebi, onları da bizim gibi yapamamak. Değer verdiğimiz bir insan, içlerindeki boşluğu Tanrıların ilahi sevgisi ve kutsallığıyla değil de müsriflik ve iğrenç bir hiçlik ile doldurduğunu görmek kesinlikle kahredici bir deneyim. Üstelik, misyonumuzu başarıyla gerçekleştiremediğimizi düşünüp biz de bu kişilerden negatif şekilde etkilenebiliyoruz. Fakat hüzünlenmeye gerçekten gerek var mı? Bugün bu soru üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Çünkü çoğu kişi misyonumuzu yanlış anlıyor, sonra da negatif enerjili kişiliklere rastlayıp kendilerini yokuş aşağı sürüyor. Sonuç olarak kişi ne kendini, ne de çevresini iyileştirebiliyor; sadece iki enkaz kalıyor geriye...

Çevremize baktığımızda, çoğu kişinin karamsar, adeta sefil ve boşuna yaşadığını göreceksiniz. Bizler düzenli olarak meditasyonlar yaptığımız için ister istemez hemen herkese aynı etkiyi gösteren özelliklere sahibiz; mesela daha temiz, samimi ve güvenilir hissettiriyoruz. Bundan ötürü insanları kendimize çekmemiz çok doğal, ateşin parıltısına çekilen güve gibi bize çekiliyorlar; fakat aynı o güvenin ateşe fazla yaklaşırsa alev alıp yok olacağı gibi, onlar da bazen yaydığımız ışıktan korkuyor, ürküyorlar. Tanrılara adanmışlıkla parlayan ruhumuz onlara çekici geliyor fakat aynı zamanda onlara bir ayna görevi de görüyor, kendi çürümüşlüklerini hatırlayıp sizden fena halde korkmaya başlayabiliyorlar. Neden böyle korkuyorlar diye soracaksınız; cevap çok basit, tembellik ve inançsızlık! Bu kişiler kurtuluşa bile layık olmadıklarına inanarak yetiştirilmiş kişiler, o yüzden kurtuluş yolunu sizde görüp sizi "kurtarıcı" sanabiliyorlar; fakat kurtulmaktan da korkuyorlar.
Bir parantez açmak istiyorum; bu kişiler hayatlarında daha önce hiç "kurtuluş" yolu olan inancımızı bulmamış olabilirler, biz de onların karşısına bir temsilci olarak çıkıyoruz; dolayısıyla bizi "kurtarıcı" sanmaları doğal. Fakat bu psikolojik açıdan fazlasıyla sıkıntılı, çünkü bir taraf tüm ümitlerini karşıya bağlama, bir taraf da kendini Mesih sanma sanrısına kapılabilir. Bu yüzden söylemek gerekir, sizler başkalarının kurtarıcısı değilsiniz. Dinimiz bize kimseyi kurtarmamızı söylemez. Tanrılar bile bizi kurtarmıyor, bizim kendi kendimizi kurtarmamızı bekliyorlar; o halde bizim kurtarıcı rolüne girmeye çalışmamız rezil bir kibir örneği değil midir?

Bizlerin sosyalleşmesi maalesef çok zor; çünkü insanların yarısı bir yalana inanırken diğer taraf da hiçlikte boğuluyor. Bundan ötürü insanların yanında kendimizi korumamız gerek, onların yanındayken birincil amacımız onları kurtarmak değil, onların negatif enerjisinden kendimizi kurtarmak olmalı.

Tüm bu söylediklerimi kişisel deneyim sahibi olduğumdan ötürü anlatıyorum. Sevdiğim insanlar, aile üyelerim ve daha pek çok insana karşı; "Çevremi iyileştireceğim..." düşüncesiyle birlikte onların da hayatına etki etmeye çalıştım. Çoğunlukla başarısız oldum fakat yine denedim; yine olmadığında tekrar tekrar denedim ve en sonunda onlara empati yapacağım yerde adeta onlar gibi davranmaya başladığımı, benim de tekrar kurtarılmam gerektiğini fark ettim. Peki beni kim kurtaracaktı? Elbette kendim dışında hiç kimse. O yüzden kendimi tekrar tekrar kurtardım, sonra tekrar insanların seviyesine düştüm ve tekrar kendimi yukarı çektim. Bahsettiğim "yukarı çekme" durumunu yanlış anlamayın, bahsettiğim şey tamamen istikrara tekrar kavuşmak; istikrarın karşısında dengesizliğin ve kaosun ne denli acınası durduğunu sadece deneyim edenler anlayabilir.

Kurtarıcı kompleksinden çıkmak için şunu da fark etmek gerek, her biriniz harcanamayacak kadar değerlisiniz. Aranızdan hiç kimse, dışarıdan olanların dipsiz ve karamsar hayatlarından kötücül enerjiler kapıp zehir gibi günler yaşamayı hak etmiyor. Fakat dürüst olalım, çoğumuz bunu yaşayıp duruyoruz; yine de tekrar diyorum, bizler harcanamayacak kadar değerliyiz. Onların bizi kötü etkilemesi, misyonumuzun içinde yer alan "Kendimizi iyileştirmek..." kısmını hiçe sayıyor; biz de onlarla etkileşim halinde kalarak adeta farkında olmaksızın kendi misyonumuz konusunda çelişkili davranmış oluyoruz. Basit bir çıkarım sadece, kötü bir insan sizi de kötüler ve kendinizi iyileştirmenizi zorlaştırır. Kötü bir insanı kurtarmanıza da gerek yok, onların içindeki tiksinç karanlığı aydınlatmaya çalışmak yerine gidin ve gerçekten bu aydınlanmaya ihtiyacı olan birisine ışığınızı taşıyın.

Sizler başkalarının kurtarıcısı olamayacağınızdan ötürü, başkalarının yaşamlarındaki iğrenç şeyler de sizi bağlamıyor. Elbette bir insan olarak diğer insanların başlarından geçen kötü deneyimlere saygı duyup üzülebiliriz, fakat o kişi bu kötü deneyimi adeta zehir gibi size bulaştırmaya çalışıyorsa; onu kendi halinde bırakın, çünkü onlar da bizim misyonumuza karşı çıkan kişiler, düşmanlarımız. Onların karanlığı git gide büyüyerek içlerini kaplayacak ve karanlık kendi kendini yok edecek, bizlerin ışığı ise yayıldıkça yayılıp hepimizin içini ısıtacak fakat buna hazır olmayanları da korkutacak devasa bir ışığa dönüşecek. Bir insan içindeki karanlığı kendi elleriyle yok edip yerine ışığı koyamıyorsa, bu onun sorumluluğundadır; sizin değil. Kurtarılmak istemeyen birisini kaç kere kurtarmaya çalıştığınızın önemi yok, kurtulmak isteyen kendisini kurtaracaktır zaten.

Aslında bir sorunu ifade etmişsiniz ve bu sorunun sizin gibi beni de uzunca bir süredir hırpaladığını ve eminim bir çoğumuzun da benzer hisler yaşadığını düşünütorum fakat bu çabaları sadece başkalarını aydınlatma çabası olarak görmüyorum.

Topluma dahil olurken kendimize yer açmak için dirseklerimizle onları kenara ittirerek araya sıkışmaya çalışıyoruz aslında ve bunu yapmak zorundayız, bundan kaçınmak için çok çabaladım fakat bu kaçınılmaz. Bence burda bizi rahatsız eden şey bir alternatifi görmezden gelmemiz, bazen bize bulaşanları rahatsız etmek iyi bir seçenek ve biz aslında istemsizce bunu yapıyoruz.

Büyü iyi bir araç fakat bazen sıcak sürtüşme kaçınılmaz oluyor, evet kendimizi göz önüne sermemeliyiz fakat patronum bana "sen cumaya gitmitor musun?" diye sorduğunda patronumun suratına o anda büyü yapamam, ama ona öyle bir çemkiririm ki o soruyu sorduğuna pişman olur ve bidaha benimle konuşurken sınırlarını iyi bilir. Aslında çoğumuz bu sürtüşmenin kaçınılmaz olduğu durumları önceden sezdiğimiz için patron daha bize o soruyu sormadan bloklamak istitoruz ve bu yüzden patronumuzu önceden "kurtarmaya" çalışıyoruz fakat dediğim gibi bu aslında bir savunma mekanizması.

Eğer topluma karışma ihtiyacımız olmasaydı bu sürtüşmelerden kaçınmak wn mantıklısı diye bilirdim fakat en basitinden cinsellik ve geçimimizi sağlamak ve ToZ'a maddi destek olmak için, mümkünse toplumda nüfuzlu yerlere ulaşabilmek için ve yaşamak için kamusal alanda var olmak gwrekiyor ve bu durumda sürtünmenin kaçınılmaz olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Peki ne yapacağız? Bu konu hakkında çok düşündüm. Kalkıp ben bir Zevistim ve benden uzak durun ve hayatıma karışmayın demek en avantajlı seçenek keainlikle değil fakat hiçbir köşemiz yokmuş ve hayaletmişiz gibi takılmak da hem yıpratıcı hem de kamusal alana nüfuz etmemizi engelliyor. Bu yüzden mevcut durumda kabul edilebilecek en sivri kimliği taklit edeceğiz, bir buz dağı gibi olacağız ve o an gerektiği kadarını göstereceğiz, irticacılara karşı kemalist, komünistkere karşı faşist, islamcılara karşı çağdaş olacağız ve alabileceğimiz baskının en fazlasını tek seferde alıp uzun vadede kendi rahatımızı sağlamayı göze alacağız.

Bu insanların bizden çekinmesi ve belli bir mesafe almasını sağladığı için aslında gizliliğimizi koruyor. İnsanların bizden hoşlanmalarını sağlamaya gerek yok, bize zarar vermesinler yeter, bu bilinçle onlara kim olduğumuzu gerektiği kadar gösterirsek bize karşı doğal bir mesafe alacaklar ve bu da bize yaşamak için ihtiyacımız olan güvenli alanı açacaktır, mahremiyet o alanı açtıktan sonraki sorumluluğumuzdur ve eğer o alanı açmadan mahremiyeti korumaya çalışırsak hem mahremiyetten hem de kişisel alanımızdan mahrum kalıyoruz ve bizi esas yıkan şey bu oluyor diye düşünüyorum.

 

[Aydinlikyol]

Aslında bir sorunu ifade etmişsiniz ve bu sorunun sizin gibi beni de uzunca bir süredir hırpaladığını ve eminim bir çoğumuzun da benzer hisler yaşadığını düşünütorum fakat bu çabaları sadece başkalarını aydınlatma çabası olarak görmüyorum.

Topluma dahil olurken kendimize yer açmak için dirseklerimizle onları kenara ittirerek araya sıkışmaya çalışıyoruz aslında ve bunu yapmak zorundayız, bundan kaçınmak için çok çabaladım fakat bu kaçınılmaz. Bence burda bizi rahatsız eden şey bir alternatifi görmezden gelmemiz, bazen bize bulaşanları rahatsız etmek iyi bir seçenek ve biz aslında istemsizce bunu yapıyoruz.

Büyü iyi bir araç fakat bazen sıcak sürtüşme kaçınılmaz oluyor, evet kendimizi göz önüne sermemeliyiz fakat patronum bana "sen cumaya gitmitor musun?" diye sorduğunda patronumun suratına o anda büyü yapamam, ama ona öyle bir çemkiririm ki o soruyu sorduğuna pişman olur ve bidaha benimle konuşurken sınırlarını iyi bilir. Aslında çoğumuz bu sürtüşmenin kaçınılmaz olduğu durumları önceden sezdiğimiz için patron daha bize o soruyu sormadan bloklamak istitoruz ve bu yüzden patronumuzu önceden "kurtarmaya" çalışıyoruz fakat dediğim gibi bu aslında bir savunma mekanizması.

Eğer topluma karışma ihtiyacımız olmasaydı bu sürtüşmelerden kaçınmak wn mantıklısı diye bilirdim fakat en basitinden cinsellik ve geçimimizi sağlamak ve ToZ'a maddi destek olmak için, mümkünse toplumda nüfuzlu yerlere ulaşabilmek için ve yaşamak için kamusal alanda var olmak gwrekiyor ve bu durumda sürtünmenin kaçınılmaz olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Peki ne yapacağız? Bu konu hakkında çok düşündüm. Kalkıp ben bir Zevistim ve benden uzak durun ve hayatıma karışmayın demek en avantajlı seçenek keainlikle değil fakat hiçbir köşemiz yokmuş ve hayaletmişiz gibi takılmak da hem yıpratıcı hem de kamusal alana nüfuz etmemizi engelliyor. Bu yüzden mevcut durumda kabul edilebilecek en sivri kimliği taklit edeceğiz, bir buz dağı gibi olacağız ve o an gerektiği kadarını göstereceğiz, irticacılara karşı kemalist, komünistkere karşı faşist, islamcılara karşı çağdaş olacağız ve alabileceğimiz baskının en fazlasını tek seferde alıp uzun vadede kendi rahatımızı sağlamayı göze alacağız.

Bu insanların bizden çekinmesi ve belli bir mesafe almasını sağladığı için aslında gizliliğimizi koruyor. İnsanların bizden hoşlanmalarını sağlamaya gerek yok, bize zarar vermesinler yeter, bu bilinçle onlara kim olduğumuzu gerektiği kadar gösterirsek bize karşı doğal bir mesafe alacaklar ve bu da bize yaşamak için ihtiyacımız olan güvenli alanı açacaktır, mahremiyet o alanı açtıktan sonraki sorumluluğumuzdur ve eğer o alanı açmadan mahremiyeti korumaya çalışırsak hem mahremiyetten hem de kişisel alanımızdan mahrum kalıyoruz ve bizi esas yıkan şey bu oluyor diye düşünüyorum.

Esenlikler, çok haklı konuşuyorsun kardeşim, kendim örnek verecek olursam, bulunduğum yobaz gerici ortama ayak uydurmak zorunda değilim, onlara yaranmak zorunda değilim, çünkü inanmadığım bir düşman programına, herşekilde karşı çıkarım, bunun için çevremde ateist olarak tanınırım, çok uğraştım çevreme bu sınırları koyana kadar, sonunda beni bu şekilde kabullendiler, ilk zamanlar çok tepki aldım, anam babam akrabalarım bu konuda çok üstüme geldi, lakin çok savaşarak bağımsızlığımı ilan ettim, sınırlarımı onların anlayacağı ateizmle çizdim, ve Zevizm bayrağını göndere çektim, şimdi Atamızın dediği gibi hattı müdafa değil, sathı müdafa ediyorum. yani bulunduğum konumu müdafa ediyorum sınırlarımı çizdim.

 

[Alexguardra]

şimdi Atamızın dediği gibi hattı müdafa değil, sathı müdafa ediyorum.

Bu kesinlikle çok iyi bir benzetme ve tam olarak ne demek istrdiğimi çok iyi özetliyor, sosyal olarak hattı müdafa değil sathı müdafa etmeliyiz, mental açıdan hırpalanmak istemiyorsak en güvenli yol tam olarak budur.