Welcome to our New Forums!

Our forums have been upgraded and expanded!

Welcome to Our New Forums

  • Our forums have been upgraded! You can read about this HERE

Mustafa Kemal hakkında sorular

Kondofos

Member
Joined
Jan 22, 2022
Messages
119
Esenlikler,

M. Kemal'in dini görüşünü kesin olarak bilen var mı? Müslüman olmadığını biliyorum. Tarih Profesörü Mete Tunçay, bu konuyla ilgili bir konferansta "Atatürk'ün bir deist olduğunu düşünüyorum. Agnostik ya da ateist değildi." demişti. Hangi iddaa doğru olursa olsun her türlü M. Kemal Paşa bizim inancımıza mensub değil; bu ona karşı tavır almamızı gerektirmez mi?

Ayrıca Hitler'in ısrarlarına rağmen Atatürk'ün Yahudi bilim adamlarını Almanya'ya göndermemesi, Türkiye'de sahip çıkması. Atatürk'ü koruma kanunu olan 5816. sayılı kanunun metnini o zaman Türkiye'de bulunan Alman Yahudisi Ernst Eduard Hirsch'in hazırlaması, zamanın Alman dergisi olan "Aufbau" da "Türkler’in Babası Bir Yahudi Oğlu muydu?” diye başlık atılması, Aziz Nesin’in “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” isimli hatıratının 131'nci sayfasında "M. Kemal’in aslı, asıl soyu yahudiydi. Yahudi dönmesiydi." demesi ve en önemlisi Yahudi yuvası olan "Selanik'li" olması...

Bu konu hakkında düşünceleriniz neler?

İyi günler.
 
Ayrıca Kemal olan ismini de Kamal'a çevirdi. (Kamal İbranice bir isimdir.)
 
Esenlikler,

Tabii ki Herr Hitler, Atatürk'ten daha açıktı. Yani bu yanlış bir kıyaslama. Günümüzde masonlar da Atatürk'ün locaları açtığını iddia ediyor ancak bu yanlış. Bildiğim kadarıyla İsmet İnönü yapıyor bunu, Atatürk ise tersine kapıyor. Türkiye böyle bir yerdir yani, Atatürk bu milletle özdeşmiş birisidir. Düşmanları bile yakın görünmek zorunda kalır yeri gelir.

Bu kıyasla gidersek Cengiz Han'ın da safkan Yahudi olması gerekiyor. Ancak sadece goy. Kaldı ki Atatürk, Yahudilere karşı gerekli tavrı alamamış olsa bile Türk halkına karşı büyük yardım ve fedakarlıklarda bulunmuştur. Bahsettiğiniz derginin de pek bir bağlayıcılığı yok. Günümüzde herkesin birbirine FETÖ'cü demesi gibi olmuş.

Selanik olayı hakkında da Atatürk'ün soyunun Anadolu'ya izlenebildiğini belirtmek isterim. Kıbrıs'a giden Yörükler gibi, Selanik'e gidenlerden de izlenebiliyor.

Bu iddialar pek çok olacaktır, çünkü Atatürk bu milletle özdeşmiştir dediğim gibi. Seveni de, sevmeyeni de boldur. Rıza Nur da büyük bir milliyetçi olmasına rağmen Atatürk'e iftiralar atmaktan geri durmamıştır. Atatürk'ün hataları yok mudur derseniz her insan gibi tabii ki vardır. Ancak yaptığı her işe yurt sevgisi bulaşan birisinden bahsediyoruz.

Son olarak da herkesin SS olmasını bekleyemeyiz. Herr Göbbels de değildi ancak emekleri yadsınamaz.

İyi akşamlar.
 
Kondofos said:
Esenlikler,

M. Kemal'in dini görüşünü kesin olarak bilen var mı? Müslüman olmadığını biliyorum. Tarih Profesörü Mete Tunçay, bu konuyla ilgili bir konferansta "Atatürk'ün bir deist olduğunu düşünüyorum. Agnostik ya da ateist değildi." demişti. Hangi iddaa doğru olursa olsun her türlü M. Kemal Paşa bizim inancımıza mensub değil; bu ona karşı tavır almamızı gerektirmez mi?

Ayrıca Hitler'in ısrarlarına rağmen Atatürk'ün Yahudi bilim adamlarını Almanya'ya göndermemesi, Türkiye'de sahip çıkması. Atatürk'ü koruma kanunu olan 5816. sayılı kanunun metnini o zaman Türkiye'de bulunan Alman Yahudisi Ernst Eduard Hirsch'in hazırlaması, zamanın Alman dergisi olan "Aufbau" da "Türkler’in Babası Bir Yahudi Oğlu muydu?” diye başlık atılması, Aziz Nesin’in “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” isimli hatıratının 131'nci sayfasında "M. Kemal’in aslı, asıl soyu yahudiydi. Yahudi dönmesiydi." demesi ve en önemlisi Yahudi yuvası olan "Selanik'li" olması...

Bu konu hakkında düşünceleriniz neler?

İyi günler.

Paşanın son zamanlarında SS olduğuna dair bir iddia var fakat doğruluğu kesin değil.Atatürk Yahudi de değildi ailesi yüzyıllar önce orayı Türkleştirmek için gönderilmişti.
 
Hitler’in de yahudi olduğuna dair çok fazla iddia var mesela.

Atatürk’e açıkça düşmanlık besleyen müslümanların iddiasına göre Atatürk bir yahudi olup islamı bitirmek istiyordu. İslamı bitirmek için tek sebep herhalde kişinin hristiyan veya yahudi olmasıdır çünkü dünyaları bundan ibaret.

Atatürk’ün Türkiye için yaptıkları hiç de yahudi işine benzemiyor. Yine de onu destekleyen şahısların arasında yahudilerin olması kafa karıştırıyor. Bu illa ki yahudilerle, bir yahudi olarak iş birliği yaptığı anlamına gelmez. Yahudilerin bundan çıkarı olabileceği ve vatansız, hem her yerin hem de hiçbir yerin insanı olan yahudilerin bundan bir çıkarı olduğu anlamına da gelebilir. Yahudiler her zaman yaşadıkları yerin insanı olmayı başarıp özlerini kaybetmeden dışarının kimliği altında saklanmışlar. Hem yahudi olduklarını ve kendi kültürlerini biliyorlar, yaşıyorlar hem de dışlanmamak için diğerleri gibi davranıyorlar ve hatta onlardan çocuk yapıyorlar. Bana göre özgür, demokratik yeni Türkiye onlar için güvenli bir alandı. İnsanları tek bir kimliğin altında birleştirirseniz bir süre sonra biyolojik farklılıklar önemsenmez. Türk’üm dedikten sonra kim olduğun, nereden geldiğin önemli olmayacaksa bu suistimal edilmeye açıktır. Niyet kötü olmasa bile bu kullanılabilir bir şey; Munis Tekinalp’e bakın en basitinden.

Günümüze yeterli bilgi ulaşmadığı için şu an birçok şeyin yoruma açık olması bizim suçumuz değil. Ben kimseye kızmıyorum. Herkes doğru yolda olduğuna emin olmaya çalışıyor.
 
Kondofos said:
Esenlikler,

M. Kemal'in dini görüşünü kesin olarak bilen var mı? Müslüman olmadığını biliyorum. Tarih Profesörü Mete Tunçay, bu konuyla ilgili bir konferansta "Atatürk'ün bir deist olduğunu düşünüyorum. Agnostik ya da ateist değildi." demişti. Hangi iddaa doğru olursa olsun her türlü M. Kemal Paşa bizim inancımıza mensub değil; bu ona karşı tavır almamızı gerektirmez mi?

Ayrıca Hitler'in ısrarlarına rağmen Atatürk'ün Yahudi bilim adamlarını Almanya'ya göndermemesi, Türkiye'de sahip çıkması. Atatürk'ü koruma kanunu olan 5816. sayılı kanunun metnini o zaman Türkiye'de bulunan Alman Yahudisi Ernst Eduard Hirsch'in hazırlaması, zamanın Alman dergisi olan "Aufbau" da "Türkler’in Babası Bir Yahudi Oğlu muydu?” diye başlık atılması, Aziz Nesin’in “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” isimli hatıratının 131'nci sayfasında "M. Kemal’in aslı, asıl soyu yahudiydi. Yahudi dönmesiydi." demesi ve en önemlisi Yahudi yuvası olan "Selanik'li" olması...

Bu konu hakkında düşünceleriniz neler?

İyi günler.

İyi forumlar ve hayat deneyimleri,

Ben mustafa kemali ikiye ayırıyorum

Birincisi işgalci güçleri kovan ve ülkeye bir vizyon sokan, baktığımızda aklımıza hürriyetin ve gelişim geldiği adam, ki bunun hakkında konuşmaya gerek yok, bu artık milli bir simgedir.

İkincisi ise %99 ihtimalle yahudi olan, isviçre büyük mason loncasında anma anıtı olan, yahudilerin dahil kabrine gelip eğilerek çiçek koyduğu, yahudi yönetimi dünyada en çok heykeli bulunan şahsiyet olan, kripto bir proje adamı. Birinci maddedeki kisveye büründü çünkü yahudi planına göre geçiş aşamalarından birine daha girilecek, imparatorluklar parçalanacak ve cumhuriyetler kurulacaktı, daha sonraki uzun metrajlı planda ise tek dünya devletininin planlanan merkezi istanbuldu, ve bu vizyona yavaş yavaş hazırlanmalıydı. Ayrıca samsuna çıkışı planlıdır, kendisi son sultan mehmedin yaveri ve yakın danışmanıydı. Kurtuluş savaşında ermeniler ve yunanlarla savaştık diğer işgalci güçler mucizevi bir şekilde yer yer hiç direniş göstermeden çekip gitti.

Yinede şunu söylemeliyim ki bütün bunlarla birlikte aslında çokca da sırlı bir karakterdir kendisi, bir teoriye göre yahudi değildir ama klasik yahudi oyunu oynanıp öldükten sonra yahudi ve mason bir karakter kisevsi büründürülmüştür, bunun başınıda milli şef ismetin çektiği düşünülür. 19 sayısı hayatının her köşesinde karşımıza çıkar, melami yada kabalist olduğu yönünde de ciddi iddalar vardır.

Tarih özellikle tarafsız yorumlaması ve duygusal değil realist bakması zor bir şeydir, kolay gelsin...

Esenlikler
 
Efendiler, dinsiz bir milletin idamesine, imkan yoktur, İslam dini öyle yüce bir dindir ki; "ilim Çin'de de olsa alınız" diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Biz İslam olduğumuz için geri kalmadık, yüce dinimize ne zaman ki, hurafeler ve bidatlar ilave yapıldı; o zaman gerçek İslam'dan uzaklaştırıldık, onun için bu hallere düştük. (M.k.A)
bu söz gerçekten ona mı ait ?
 
Kahin said:
Efendiler, dinsiz bir milletin idamesine, imkan yoktur, İslam dini öyle yüce bir dindir ki; "ilim Çin'de de olsa alınız" diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Biz İslam olduğumuz için geri kalmadık, yüce dinimize ne zaman ki, hurafeler ve bidatlar ilave yapıldı; o zaman gerçek İslam'dan uzaklaştırıldık, onun için bu hallere düştük. (M.k.A)
bu söz gerçekten ona mı ait ?

Esenlikler,

Ona ait olması veya olmaması pek bir şeyi değiştirmiyor. Politikacılar, şartlara göre konuşmalar yapar. Günün sonunda yaptıkları her şeyi açıklıyor.

İyi günler.
 
Bence Atatürk ruhani olarak önceki hayatından gelen gelişmişliğe sahipti. Bu konuyu uzunca tartıştığım birisi vardı. Atatürk SS ruhlu olabilir ama direkt bu hayatında SS'liği bulamamış olabilir. Atatürk türk ırkını çok önemsedi ve her zaman Türk olmaya sahip çıktı. Normal vatan sevgisi diyebilirsiniz Lâkin asil ve gerçek bir lider özellikle Türklerin kaderini tamamen değiştiren bir lider bence bundan daha fazlası.

Yahudi olduğunu düşünenler varsa:
Yaptığı devrimler bir yahudinin yapamayacağı kadar büyük ve yararlıdır. Bir Yahudi sadece kendi ırkının gelişmesi için çaba harcar ve türlü yollara başvurur . Onun dışında Yahudi başka milletleri geliştirmez aksine gittiği her yere HİTLER'İN dediği gibi sülük gibi yapışır ve çürütür.
 
Esenlikler,

Bulduğum bir yazıda, şu ifadeler yer alıyor, doğrudan aktarıyorum:

ATATÜRK'TEN MASONLARA: HEPİNİZİ ASTIRIRIM!

"Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!"

Ata'nın ölümünden sonra, Anadolu'da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.

Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rothschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!

"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler.

***

ABD'nin kara kutusu kabul edilen David Rockefeller, ölmeden önce çok önemli itiraflarda bulunmuştu. "Atatürk yüzünden planlarımızı yarım yüz yıl ertelemek zorunda kaldık" demişti. Bu adam önemli bir Yahudi'dir. ABD için, söyledikleri "kanun" hükmündedir.

İsrail'in Atatürk'ün ölümünden sonra kurulması ve Türkiye'nin ilk tanıyan ülkelerden olması, hiç sürpriz değil. Hal böyle iken, insanın aklına şu soru geliyor:

ATATÜRK ÖLDÜRÜLMÜŞ OLABİLİR Mİ?

Kaç gündür kafamı kurcalayan bu soruya cevap aradım ve araştırarak öyle sonuçlar buldum ki, Ata'nın "şehit" edildiğine dair, içimde hiçbir şüphe kalmadı. Atatürk'e düşman olmayı dindarlık sanan zavallılar, bazı gerçekleri bilseler, eğer gerçek Müslüman iseler, utancından ölürler.

Dünyayı değiştiren bir insan ölüyor, ama otopsisi yapılmıyor. Üstelik bu otopsi çok istenmesine rağmen yapılmıyor. Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda "ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması" olarak gösterilirken, ikinci raporda ise "alkolle ilgili karaciğer iltihabı" neden olarak gösterilmektedir.

Ortada hem bir çelişki, hem de büyük bir yalan vardı. Bu yalan raporu, o dönem mecliste etkisi çok olan masonlar çıkarttırıyor.

Masonlar ne alaka, demeyin!
Atatürk'ün şahadetinde ve sonrasında, hep bunlar başroldeler.

Atatürk, mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor. Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;

"Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır."

Böylece Bozkurt, Paşa'nın istediğini yaptı, "Masonlara ölüm" naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı.

Masonlar, Doktor Mim Kemal'i önlerine katarak Atatürk'ün makamına çıktılar; "Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" dediler.

Atatürk de karşılık olarak;
"Peki, bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbûnuzun ismi nedir?" diye sordu.
"Biz Cenova'ya tabiiyiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır." dediler.

Bunun üzerine Atatürk öfkelenip; "Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!" diyerek onları kovdu.

Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben: "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz." demişti.

Yüksek dereceli bir mason olan Avram (İbrahim, Abraham) Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi: "O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" (-Laiki Foni "Halkın Sesi" gazetesi, Yunanistan, 1948.)

Bu konuda isteyenler; "Yusuf Ziya Koca-Atatürk Öldü mü, Öldürüldü mü?" Adlı kitabı okuyabilirler.

Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı sırasında, "kanun-u mahsusla localar kapanmadı! Tekrar açmaya hakkımız var!" diyen Masonların müracaatı üzerine, tekrar localar açılıp faaliyete başladılar…

"Atatürkçü" bilinen Celal Bayar ise 1952'de, Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu.

Ceyhan Mumcu'nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül'e şunları anlatır:

"Bir deniz tabip albayının Atatürk'ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir doktora tezi var. Orada Atatürk'e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi.

Atatürk'e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı "Kinin" yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından Doktor Mim Kemal Öke'dir.
Durumu iyice fenalaştıktan sonra yine bir mason olan Celal Bayar, yurtdışından bir doktor getirtir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur. İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona'da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı'na götürülmüştür."

1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta'nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: "Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.

Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.
Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."

İşin özü, Atatürk, zehirlendiğini anlamıştı artık. Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; "Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger'i getirtti."

İçişler Bakanı Kaya, İnönü'ye yazdığı yazıda şunları söylüyor: "Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim."

Ata'nın ölümünden sonra, Anadolu'da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.

Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rotheschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!

"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler. Peygamberimizin zehirlenerek şehit edildiğini dahi bilmeyenler, Atatürk'ün zehirlenerek şehit edildiğini, nerden bilsinler!

Yusuf Karaca / Yenimesaj Gazetesi

Atatürk'ün Yahudiler hakkındaki ifadelerini zamanın Bursa milletvekili de onaylamış.

İyi akşamlar.
 
Atatürk olmasaydı anadoludaki arkeolojik tarihi kalıntılar yahudilerin eline geçecekti.

Ankara hükümetinin olmadığı ya da etkisiz olduğu bir zaman Sovyetler anadoluyu "kurtarma" bahanesiyle boğazlara yakın noktalara çıkarma yapacaklardı.

Anadoluyu ingiliz ordusundan "kurtaran" Sovyetler burada kukla bir rejim kurup ortaya çıkan arkeolojik bulguları kendi ülkelerine taşıyacaklardı.

Sözde "kurtaramadıkları" bulguları Yahudi Danimarka Prensi Konstantin alıp British Museum'a ve Yunanistan'a götürecekti.

Bergama sunağını 2. Abdülhamit Prusya'ya hediye etti. Çünkü dostluktan başka, İngilizlerle yaşanabilecek herhangi bir olası savaşta, önemli bir deniz gücü olan İngilizler gelip burayı vuracaklardı ve sunak zarar görecekti (Belki çıkarma yapıp kaçırabilirlerdi bile). Troya hazinesinin Almanya'ya götürülmesi konusunda da İstanbul Arkeoloji Müzesi müdürü Osman Hamdi Bey, Schliemann ve Dörpfeld'in yakın dostuydu dolayısıyla bulguların Almanya'ya götürülmesine bilerek ses çıkarmadı. 2. Dünya Savaşından sonra Sovyetlerin eline geçen Bergama sunağı ve Troya, Troya'nın hazinesi hariç olmak üzere Sovyetler dağıldıktan sonra tekrar Almanya'ya geri teslim edildi.

Aklını sevdiğimiz İtalyanlar, koskoca Apollon heykelini Yahudi Vatikan'ın ortasına diktiler.

Teşekkürler.
 
atatürk'ü tanrılar bize göndermiş bile olabilir benim gözümde. ancak yahudi bilim adamlarına alan yaratmasını asla kabullenemiyorum.
 
biblebasher said:
atatürk'ü tanrılar bize göndermiş bile olabilir benim gözümde. ancak yahudi bilim adamlarına alan yaratmasını asla kabullenemiyorum.

Nihayetinde Atatürk bir insandır. Hataları olabilir. Doğruları yanlışından fazladır. Tarihten silinmek istenen Türk'ü yeniden hayata döndürmüştür. Kendisine minnettarız. Yattığı yerde huzur içinde uyusun.
 
Bright Truth said:
Esenlikler,

Bulduğum bir yazıda, şu ifadeler yer alıyor, doğrudan aktarıyorum:

ATATÜRK'TEN MASONLARA: HEPİNİZİ ASTIRIRIM!

"Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!"

Ata'nın ölümünden sonra, Anadolu'da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.

Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rothschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!

"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler.

***

ABD'nin kara kutusu kabul edilen David Rockefeller, ölmeden önce çok önemli itiraflarda bulunmuştu. "Atatürk yüzünden planlarımızı yarım yüz yıl ertelemek zorunda kaldık" demişti. Bu adam önemli bir Yahudi'dir. ABD için, söyledikleri "kanun" hükmündedir.

İsrail'in Atatürk'ün ölümünden sonra kurulması ve Türkiye'nin ilk tanıyan ülkelerden olması, hiç sürpriz değil. Hal böyle iken, insanın aklına şu soru geliyor:

ATATÜRK ÖLDÜRÜLMÜŞ OLABİLİR Mİ?

Kaç gündür kafamı kurcalayan bu soruya cevap aradım ve araştırarak öyle sonuçlar buldum ki, Ata'nın "şehit" edildiğine dair, içimde hiçbir şüphe kalmadı. Atatürk'e düşman olmayı dindarlık sanan zavallılar, bazı gerçekleri bilseler, eğer gerçek Müslüman iseler, utancından ölürler.

Dünyayı değiştiren bir insan ölüyor, ama otopsisi yapılmıyor. Üstelik bu otopsi çok istenmesine rağmen yapılmıyor. Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda "ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması" olarak gösterilirken, ikinci raporda ise "alkolle ilgili karaciğer iltihabı" neden olarak gösterilmektedir.

Ortada hem bir çelişki, hem de büyük bir yalan vardı. Bu yalan raporu, o dönem mecliste etkisi çok olan masonlar çıkarttırıyor.

Masonlar ne alaka, demeyin!
Atatürk'ün şahadetinde ve sonrasında, hep bunlar başroldeler.

Atatürk, mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor. Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;

"Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır."

Böylece Bozkurt, Paşa'nın istediğini yaptı, "Masonlara ölüm" naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı.

Masonlar, Doktor Mim Kemal'i önlerine katarak Atatürk'ün makamına çıktılar; "Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" dediler.

Atatürk de karşılık olarak;
"Peki, bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbûnuzun ismi nedir?" diye sordu.
"Biz Cenova'ya tabiiyiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır." dediler.

Bunun üzerine Atatürk öfkelenip; "Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!" diyerek onları kovdu.

Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben: "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz." demişti.

Yüksek dereceli bir mason olan Avram (İbrahim, Abraham) Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi: "O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" (-Laiki Foni "Halkın Sesi" gazetesi, Yunanistan, 1948.)

Bu konuda isteyenler; "Yusuf Ziya Koca-Atatürk Öldü mü, Öldürüldü mü?" Adlı kitabı okuyabilirler.

Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı sırasında, "kanun-u mahsusla localar kapanmadı! Tekrar açmaya hakkımız var!" diyen Masonların müracaatı üzerine, tekrar localar açılıp faaliyete başladılar…

"Atatürkçü" bilinen Celal Bayar ise 1952'de, Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu.

Ceyhan Mumcu'nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül'e şunları anlatır:

"Bir deniz tabip albayının Atatürk'ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir doktora tezi var. Orada Atatürk'e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi.

Atatürk'e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı "Kinin" yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından Doktor Mim Kemal Öke'dir.
Durumu iyice fenalaştıktan sonra yine bir mason olan Celal Bayar, yurtdışından bir doktor getirtir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur. İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona'da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı'na götürülmüştür."

1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta'nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: "Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.

Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.
Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."

İşin özü, Atatürk, zehirlendiğini anlamıştı artık. Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; "Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger'i getirtti."

İçişler Bakanı Kaya, İnönü'ye yazdığı yazıda şunları söylüyor: "Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim."

Ata'nın ölümünden sonra, Anadolu'da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.

Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rotheschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!

"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler. Peygamberimizin zehirlenerek şehit edildiğini dahi bilmeyenler, Atatürk'ün zehirlenerek şehit edildiğini, nerden bilsinler!

Yusuf Karaca / Yenimesaj Gazetesi

Atatürk'ün Yahudiler hakkındaki ifadelerini zamanın Bursa milletvekili de onaylamış.

İyi akşamlar.

Esenlikler,

Yazınızın bir kısmında "Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!" yazıyor.

https://youtu.be/q5rE5T8QKGc

Peki bu video hakkında ne düşünüyorsunuz Bright Bey? Bir Sinagog'da, "Yaşa M. Kemal Paşa!" sloganlarının atılmasının nasıl bir izahı olabilir?

İsrail'in Yehud şehrinde bulunan "Arkadaş Derneği'nin" bahçesinde bulunan Atatürk anıtında, "Ulu Önder M.Kemal Atatürk. Bütün Türk Milleti ve Türkiye'yi seven Israil Halkı sana ebedîyyen minnettar kalacaktır." yazmasının nasıl bir izahı olabilir?

M. Kemal'in Mason olmadığını ve mason localarını kapattığını belirtmişsiniz; ancak kendisi Mason'du ve Mason localarını da kapattırmadı. Sadece bir süreliğine, Mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşüp, ondan Masonların üst düzey yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan kendi kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini istedi. 10 Ekim 1935 günü Mason yöneticileri tarafından imzalanmış bildirge Anadolu Ajansı tarafından şöyle yayınlandı:

“Mes’ul ve maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta hiç bir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür.”

Ayrıca Şükrü Kaya, hükümet adına kamu oyuna yaptığı resmi açıklamada; “Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilatlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve âlakası yoktur!” diyerek durumu açıkladı zaten.

M. Kemal Paşa Masonların kendilerini feshetmesini istedi, çünkü; Laik Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuştu. Onlara göre iç ve dış bir çok tehdit hâlâ ayak oyunlarına devam ediyordu. Bunun tehlikeye girmesini istemediği için, M.Kemal dışa bağımlı bu mason derneklerinin faaliyetlerinin bir süre durdurulmasını uygun görmüş, inkılapların ve devrimin yerine oturması için zaman gerektiğini düşünüyordu. Hâliyle mason locaları da uyku döneminden sonra yeniden faaliyetlerine başladılar.

G. Gamberini de "Mille Volti di Massoni"adlı 1975 tarihli çalışmasında, dünyanın bin ünlü masonu arasında Atatürk`e de yer veriyordu. 1988'de, Hamburg'da Atatürk'ü anma töreninin yapıldığı mason locasının duvarlarındaki dünyaca ünlü masonlar listesinde onun da adı bulunuyordu.

M. Kemal'in Selanikli olmasından bahsettiğim için Cengiz Han örneğini verdiniz. Tabii ki M. Kemal'in Selanikli olması ille de "Yahudi" olduğu anlamına gelmiyor. Sadece, M. Kemal'in Yahudi olduğuna dair sunduğum argümanların "doğru olma ihtimalini arttırır" demek istedim. 1870’te Selanik’in nüfusu 90 000'di. Bunların 50 000’i Yahudi, 22.000'i Müslüman ve Sabetayist, 18.000’i ise Rum'du.

Sizi sever ve saygı duyarım. Sert bir üslupla konuşmuş gibi görünüyor olabilirim, sakın yanlış anlamayın. Aylardır sorduğum sorulara özenle cevap verdiniz, müteşekkirim. Fakat M. Kemal Paşa konusunda siz ve diğer yoldaşlarımızın yanıldığını düşünüyorum. Daha çok şey sayabilirim, fakat o sayacağım şeylerde bu saydıklarımla aynı şeyi iddia ediyor. O yüzden gerek yok.

İyi günler.
 
Kondofos said:
Bright Truth said:
Esenlikler,

Bulduğum bir yazıda, şu ifadeler yer alıyor, doğrudan aktarıyorum:

ATATÜRK'TEN MASONLARA: HEPİNİZİ ASTIRIRIM!

"Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!"

Ata'nın ölümünden sonra, Anadolu'da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.

Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rothschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!

"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler.

***

ABD'nin kara kutusu kabul edilen David Rockefeller, ölmeden önce çok önemli itiraflarda bulunmuştu. "Atatürk yüzünden planlarımızı yarım yüz yıl ertelemek zorunda kaldık" demişti. Bu adam önemli bir Yahudi'dir. ABD için, söyledikleri "kanun" hükmündedir.

İsrail'in Atatürk'ün ölümünden sonra kurulması ve Türkiye'nin ilk tanıyan ülkelerden olması, hiç sürpriz değil. Hal böyle iken, insanın aklına şu soru geliyor:

ATATÜRK ÖLDÜRÜLMÜŞ OLABİLİR Mİ?

Kaç gündür kafamı kurcalayan bu soruya cevap aradım ve araştırarak öyle sonuçlar buldum ki, Ata'nın "şehit" edildiğine dair, içimde hiçbir şüphe kalmadı. Atatürk'e düşman olmayı dindarlık sanan zavallılar, bazı gerçekleri bilseler, eğer gerçek Müslüman iseler, utancından ölürler.

Dünyayı değiştiren bir insan ölüyor, ama otopsisi yapılmıyor. Üstelik bu otopsi çok istenmesine rağmen yapılmıyor. Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda "ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması" olarak gösterilirken, ikinci raporda ise "alkolle ilgili karaciğer iltihabı" neden olarak gösterilmektedir.

Ortada hem bir çelişki, hem de büyük bir yalan vardı. Bu yalan raporu, o dönem mecliste etkisi çok olan masonlar çıkarttırıyor.

Masonlar ne alaka, demeyin!
Atatürk'ün şahadetinde ve sonrasında, hep bunlar başroldeler.

Atatürk, mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor. Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;

"Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır."

Böylece Bozkurt, Paşa'nın istediğini yaptı, "Masonlara ölüm" naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı.

Masonlar, Doktor Mim Kemal'i önlerine katarak Atatürk'ün makamına çıktılar; "Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız" dediler.

Atatürk de karşılık olarak;
"Peki, bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa'da hangi locaya bağlısınız ve metbûnuzun ismi nedir?" diye sordu.
"Biz Cenova'ya tabiiyiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır." dediler.

Bunun üzerine Atatürk öfkelenip; "Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi'ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye'deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi'ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!" diyerek onları kovdu.

Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara'da Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben: "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz." demişti.

Yüksek dereceli bir mason olan Avram (İbrahim, Abraham) Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi: "O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" (-Laiki Foni "Halkın Sesi" gazetesi, Yunanistan, 1948.)

Bu konuda isteyenler; "Yusuf Ziya Koca-Atatürk Öldü mü, Öldürüldü mü?" Adlı kitabı okuyabilirler.

Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı sırasında, "kanun-u mahsusla localar kapanmadı! Tekrar açmaya hakkımız var!" diyen Masonların müracaatı üzerine, tekrar localar açılıp faaliyete başladılar…

"Atatürkçü" bilinen Celal Bayar ise 1952'de, Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu.

Ceyhan Mumcu'nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül'e şunları anlatır:

"Bir deniz tabip albayının Atatürk'ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir doktora tezi var. Orada Atatürk'e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi.

Atatürk'e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı "Kinin" yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından Doktor Mim Kemal Öke'dir.
Durumu iyice fenalaştıktan sonra yine bir mason olan Celal Bayar, yurtdışından bir doktor getirtir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur. İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona'da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı'na götürülmüştür."

1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta'nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: "Sn. Hıfzı Oğuz Bekata. Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.

Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.
Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. 'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."

İşin özü, Atatürk, zehirlendiğini anlamıştı artık. Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; "Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger'i getirtti."

İçişler Bakanı Kaya, İnönü'ye yazdığı yazıda şunları söylüyor: "Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim."

Ata'nın ölümünden sonra, Anadolu'da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.

Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rotheschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!

"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler. Peygamberimizin zehirlenerek şehit edildiğini dahi bilmeyenler, Atatürk'ün zehirlenerek şehit edildiğini, nerden bilsinler!

Yusuf Karaca / Yenimesaj Gazetesi

Atatürk'ün Yahudiler hakkındaki ifadelerini zamanın Bursa milletvekili de onaylamış.

İyi akşamlar.

Esenlikler,

Yazınızın bir kısmında "Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!" yazıyor.

https://youtu.be/q5rE5T8QKGc

Peki bu video hakkında ne düşünüyorsunuz Bright Bey? Bir Sinagog'da, "Yaşa M. Kemal Paşa!" sloganlarının atılmasının nasıl bir izahı olabilir?

İsrail'in Yehud şehrinde bulunan "Arkadaş Derneği'nin" bahçesinde bulunan Atatürk anıtında, "Ulu Önder M.Kemal Atatürk. Bütün Türk Milleti ve Türkiye'yi seven Israil Halkı sana ebedîyyen minnettar kalacaktır." yazmasının nasıl bir izahı olabilir?

M. Kemal'in Mason olmadığını ve mason localarını kapattığını belirtmişsiniz; ancak kendisi Mason'du ve Mason localarını da kapattırmadı. Sadece bir süreliğine, Mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile görüşüp, ondan Masonların üst düzey yöneticilerine genel durumu açıklamasını ve yasaya gerek olmadan kendi kendilerini tatil etmeleri mesajını iletmesini istedi. 10 Ekim 1935 günü Mason yöneticileri tarafından imzalanmış bildirge Anadolu Ajansı tarafından şöyle yayınlandı:

“Mes’ul ve maruf imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta hiç bir kanun olmaksızın nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık görmüştür.”

Ayrıca Şükrü Kaya, hükümet adına kamu oyuna yaptığı resmi açıklamada; “Türk Masonları kendi ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu görerek, kendi teşkilatlarını kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve âlakası yoktur!” diyerek durumu açıkladı zaten.

M. Kemal Paşa Masonların kendilerini feshetmesini istedi, çünkü; Laik Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuştu. Onlara göre iç ve dış bir çok tehdit hâlâ ayak oyunlarına devam ediyordu. Bunun tehlikeye girmesini istemediği için, M.Kemal dışa bağımlı bu mason derneklerinin faaliyetlerinin bir süre durdurulmasını uygun görmüş, inkılapların ve devrimin yerine oturması için zaman gerektiğini düşünüyordu. Hâliyle mason locaları da uyku döneminden sonra yeniden faaliyetlerine başladılar.

G. Gamberini de "Mille Volti di Massoni"adlı 1975 tarihli çalışmasında, dünyanın bin ünlü masonu arasında Atatürk`e de yer veriyordu. 1988'de, Hamburg'da Atatürk'ü anma töreninin yapıldığı mason locasının duvarlarındaki dünyaca ünlü masonlar listesinde onun da adı bulunuyordu.

M. Kemal'in Selanikli olmasından bahsettiğim için Cengiz Han örneğini verdiniz. Tabii ki M. Kemal'in Selanikli olması ille de "Yahudi" olduğu anlamına gelmiyor. Sadece, M. Kemal'in Yahudi olduğuna dair sunduğum argümanların "doğru olma ihtimalini arttırır" demek istedim. 1870’te Selanik’in nüfusu 90 000'di. Bunların 50 000’i Yahudi, 22.000'i Müslüman ve Sabetayist, 18.000’i ise Rum'du.

Sizi sever ve saygı duyarım. Sert bir üslupla konuşmuş gibi görünüyor olabilirim, sakın yanlış anlamayın. Aylardır sorduğum sorulara özenle cevap verdiniz, müteşekkirim. Fakat M. Kemal Paşa konusunda siz ve diğer yoldaşlarımızın yanıldığını düşünüyorum. Daha çok şey sayabilirim, fakat o sayacağım şeylerde bu saydıklarımla aynı şeyi iddia ediyor. O yüzden gerek yok.

İyi günler.

Esenlikler

Atatürk'ün ailesi aslen Makedonya Kocacıklıdır. 93 harbindeki iç göçte (halk arasındaki adıyla kaçkaç) Selanik'e yerleşmişlerdir. Daha da derin ataları Konyalıdır. Fatih Karamanoğullarından Konya'yı aldıktan sonra İstanbul ve Rumeliye sürülen Türklerdendir (diyor Murat Bardakçı).

Bir de Belgelerle Gerçek Tarih sayfasını okumanızı tavsiye etmem, eksik ve manipülatif bilgiler var.

Daha fazla yazardım lakin finaller, ödevler vesaire şartlar el vermiyor.

İyi akşamlar.
 
Esenlikler.

Mustafa Kemal Atatürk'ün İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini anlamak için evvela hangi felsefeden feyz aldığına bakmak gerekiyor bence. Bu felsefe Aydınlanma Felsefesidir. Mustafa Kemal'e göre "gökten indiği sanılan dogmaların" millet ve siyaset nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Bunu "Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır." diyerekten izah ediyor zaten Kemal Paşa. Eğer kendisinin İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini öğrenmek niyetindeyseniz evlad-ı manevisine bizzat mütalaa ettiği Medeni Bilgiler kitabına bakmanız size yardımcı olacaktır. Kendisi İslam'ı -ve muhtemelen diğer Semavi dinler de bu kümeye dahil- Ortadoğu çukurunun Milliyetçiliğini yapmakla itham eder.

Ayrıca bir insana sırf inancından dolayı değer biçilemez bence. Şayet Yahudiliğe mensup değilse tabii. Paşanın kendisi inancımıza ne kadar mensup olmasa da, muhtemelen içimizden bir gürûhun iktidara geldiğinde izleyeceği politikaları izlemiştir çoğu zaman. Bana kalırsa bu yoldan bir insana, özellikle de bir lidere değer biçmek ancak Semavilere özgü bir rezillik ve zayıflık göstergesidir.

Yahudi bilim adamlarını Almanya'ya göndermemiş olması, hatta bizzat Troçki gibi Yahudi politikacıların dahi Türkiye'de iltica süreci yaşaması anlayışla karşılanamayacak bir durum olsa da, anlaşılabilir bir durum bence. Bunu hem her insanın yanlış yapabileceğini, hem de dönemin şartlarının bu insanların politikalarına nasıl tesir ettiğini göz önünde bulundurursak anlayabiliriz bence.

Atatürk'ün "Yahudiliği" üzerine atılan iddiaların da ne denli çürük olduğu yukarıdaki kardeşlerimizce açıklanmış zaten. Denildiği gibi, kendileri Anadolu'dan Makedonya eyaletine geçmiş bir soyun evladıdır. Tıpkı Enver Paşanın Gagavuzya'dan Makedonya'ya göçmüş bir soyun evladı olması gibi.
*
Bright Truth soydaşımın ise Rıza Nur hakkında söylediklerine ayrıca bir cevap vermek istiyorum. Herhalde o meclis ve mebuslar içerisinde Rıza Nur kadar Anti-Semitik ve Yahudilerden nefret eden bir mebus yoktur. Kendisi Lozan'da kendisini pohpohlayan Yahudi'ye "sus ulan domuz Yahudi" diyecek kadar Yahudilere nefret dolu bir insandır. Laisite fikrinin, Milli Eğitim fikrinin, Türkiye'deki ırk bilincinin gelişmesi hususundaki fikirleri ilk Rıza Nur ortaya atmıştır. Ki kendisi yalnızca Yahudilerden soy olarak nefret etmekle kalmaz; onlardan doğan her fikirden de nefret eder. Komünizm'in yahut diğer ucube fikirlerin kanla bastırılmasından yanadır. Bu hususta en önemli iki kaynak doktorun Hatıratı ve Tandırağ Dergisinin sayılarıdır.
Ancak bir nokta var ki; kendisi Türkiye'nin Hilafet müessesini korumasını savunmuş ve bence bu konuda stratejik bir hataya düşmüştür. Kendisi Müslüman olmamakla birlikte, Hilafetin Türklerin lehine bir kurum olduğunu ancak reformlarla laikleştirilmesi/korunması gerektiğini savunmuştur.
Bu hatadan ömrünün sonlarında dönmüştür. Tanrıdağ Dergisinde dinin eski ehemmiyetinin yitirdiğini, bunun yerini kesinkes milliyet prensiplerinin aldığını yazmıştır.
İftira mevzusuna gelince;
Rıza Nur, tıpkı Atatürk gibi Cumhuriyetin kurucu babalarındandır. Türkiye Cumhuriyetinin isminin "Türkiye" olmasını mecliste o önermiş, Saltanatın kaldırılmasını o teklif etmiş, laiklik fikrini ilk o ortaya atmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyetin liderleri arasında böyle çekişmeler olması doğaldır. Nitekim Rıza Nur'un yaptığının aynısını Atatürk'te yapmış, Rıza Nur'u bir Arnavut ayaklanmasının patlak vermesine sebep olmakla suçlamıştır. Oysa iki liderin de ortaya koyduğu iddialar, içi boş iddialardır. Bir çekişmeden doğmuştur tüm bunlar.

İyi geceler.
 
Felaxir_ said:
Esenlikler.

Mustafa Kemal Atatürk'ün İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini anlamak için evvela hangi felsefeden feyz aldığına bakmak gerekiyor bence. Bu felsefe Aydınlanma Felsefesidir. Mustafa Kemal'e göre "gökten indiği sanılan dogmaların" millet ve siyaset nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Bunu "Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır." diyerekten izah ediyor zaten Kemal Paşa. Eğer kendisinin İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini öğrenmek niyetindeyseniz evlad-ı manevisine bizzat mütalaa ettiği Medeni Bilgiler kitabına bakmanız size yardımcı olacaktır. Kendisi İslam'ı -ve muhtemelen diğer Semavi dinler de bu kümeye dahil- Ortadoğu çukurunun Milliyetçiliğini yapmakla itham eder.

Ayrıca bir insana sırf inancından dolayı değer biçilemez bence. Şayet Yahudiliğe mensup değilse tabii. Paşanın kendisi inancımıza ne kadar mensup olmasa da, muhtemelen içimizden bir gürûhun iktidara geldiğinde izleyeceği politikaları izlemiştir çoğu zaman. Bana kalırsa bu yoldan bir insana, özellikle de bir lidere değer biçmek ancak Semavilere özgü bir rezillik ve zayıflık göstergesidir.

Yahudi bilim adamlarını Almanya'ya göndermemiş olması, hatta bizzat Troçki gibi Yahudi politikacıların dahi Türkiye'de iltica süreci yaşaması anlayışla karşılanamayacak bir durum olsa da, anlaşılabilir bir durum bence. Bunu hem her insanın yanlış yapabileceğini, hem de dönemin şartlarının bu insanların politikalarına nasıl tesir ettiğini göz önünde bulundurursak anlayabiliriz bence.

Atatürk'ün "Yahudiliği" üzerine atılan iddiaların da ne denli çürük olduğu yukarıdaki kardeşlerimizce açıklanmış zaten. Denildiği gibi, kendileri Anadolu'dan Makedonya eyaletine geçmiş bir soyun evladıdır. Tıpkı Enver Paşanın Gagavuzya'dan Makedonya'ya göçmüş bir soyun evladı olması gibi.
*
Bright Truth soydaşımın ise Rıza Nur hakkında söylediklerine ayrıca bir cevap vermek istiyorum. Herhalde o meclis ve mebuslar içerisinde Rıza Nur kadar Anti-Semitik ve Yahudilerden nefret eden bir mebus yoktur. Kendisi Lozan'da kendisini pohpohlayan Yahudi'ye "sus ulan domuz Yahudi" diyecek kadar Yahudilere nefret dolu bir insandır. Laisite fikrinin, Milli Eğitim fikrinin, Türkiye'deki ırk bilincinin gelişmesi hususundaki fikirleri ilk Rıza Nur ortaya atmıştır. Ki kendisi yalnızca Yahudilerden soy olarak nefret etmekle kalmaz; onlardan doğan her fikirden de nefret eder. Komünizm'in yahut diğer ucube fikirlerin kanla bastırılmasından yanadır. Bu hususta en önemli iki kaynak doktorun Hatıratı ve Tandırağ Dergisinin sayılarıdır.
Ancak bir nokta var ki; kendisi Türkiye'nin Hilafet müessesini korumasını savunmuş ve bence bu konuda stratejik bir hataya düşmüştür. Kendisi Müslüman olmamakla birlikte, Hilafetin Türklerin lehine bir kurum olduğunu ancak reformlarla laikleştirilmesi/korunması gerektiğini savunmuştur.
Bu hatadan ömrünün sonlarında dönmüştür. Tanrıdağ Dergisinde dinin eski ehemmiyetinin yitirdiğini, bunun yerini kesinkes milliyet prensiplerinin aldığını yazmıştır.
İftira mevzusuna gelince;
Rıza Nur, tıpkı Atatürk gibi Cumhuriyetin kurucu babalarındandır. Türkiye Cumhuriyetinin isminin "Türkiye" olmasını mecliste o önermiş, Saltanatın kaldırılmasını o teklif etmiş, laiklik fikrini ilk o ortaya atmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyetin liderleri arasında böyle çekişmeler olması doğaldır. Nitekim Rıza Nur'un yaptığının aynısını Atatürk'te yapmış, Rıza Nur'u bir Arnavut ayaklanmasının patlak vermesine sebep olmakla suçlamıştır. Oysa iki liderin de ortaya koyduğu iddialar, içi boş iddialardır. Bir çekişmeden doğmuştur tüm bunlar.

İyi geceler.

Esenlikler

Enver Paşa etnik yahudi olmasa da çok kaliteli bir goydur. Goy değil de yahudi olsa bir ülkeye bu kadar zarar vermezdi diye düşünüyorum. İşin siyasi kısmının tartışmasına girmeyeceğim.

Tarihi olarak bakarsak

Bir ayağı sakat ülkeyi savaşa sokması. (Girmeyebilirdi).

Plansız programsız Kafkas cephesi ve Filistin cephesi harekâtları.

Batum'da karargâh kurup Yunan ordusu Ankara'ya girerse -Kızılorduyu- arkasına alıp Kayseri'ye yürüyecek olması. (Sakarya kaybedilseydi başkent Kayseri'ye taşınacaktı).

İktidar mücadelesi denilip geçiştirilebilir, olayın farklı boyutu "kardeşlerinin" ordusunun bir kısmını doğuda bekletip cephenin zayıflamasına neden olur. Sakarya'daki taarruzun amacına ulaşamaması bu yüzdendir.

Kızılordunun anadoluda yapacağı zulmü ve Rus uydusu olma tehlikesini hesaba katmadım.

Yararları da vardır elbet ama zararları daha fazladır.-Araştırılması gereken biri- olduğunu düşünüyorum.

İyi günler.
 
Anatolian Division said:
Felaxir_ said:
Esenlikler.

Mustafa Kemal Atatürk'ün İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini anlamak için evvela hangi felsefeden feyz aldığına bakmak gerekiyor bence. Bu felsefe Aydınlanma Felsefesidir. Mustafa Kemal'e göre "gökten indiği sanılan dogmaların" millet ve siyaset nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Bunu "Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır." diyerekten izah ediyor zaten Kemal Paşa. Eğer kendisinin İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini öğrenmek niyetindeyseniz evlad-ı manevisine bizzat mütalaa ettiği Medeni Bilgiler kitabına bakmanız size yardımcı olacaktır. Kendisi İslam'ı -ve muhtemelen diğer Semavi dinler de bu kümeye dahil- Ortadoğu çukurunun Milliyetçiliğini yapmakla itham eder.

Ayrıca bir insana sırf inancından dolayı değer biçilemez bence. Şayet Yahudiliğe mensup değilse tabii. Paşanın kendisi inancımıza ne kadar mensup olmasa da, muhtemelen içimizden bir gürûhun iktidara geldiğinde izleyeceği politikaları izlemiştir çoğu zaman. Bana kalırsa bu yoldan bir insana, özellikle de bir lidere değer biçmek ancak Semavilere özgü bir rezillik ve zayıflık göstergesidir.

Yahudi bilim adamlarını Almanya'ya göndermemiş olması, hatta bizzat Troçki gibi Yahudi politikacıların dahi Türkiye'de iltica süreci yaşaması anlayışla karşılanamayacak bir durum olsa da, anlaşılabilir bir durum bence. Bunu hem her insanın yanlış yapabileceğini, hem de dönemin şartlarının bu insanların politikalarına nasıl tesir ettiğini göz önünde bulundurursak anlayabiliriz bence.

Atatürk'ün "Yahudiliği" üzerine atılan iddiaların da ne denli çürük olduğu yukarıdaki kardeşlerimizce açıklanmış zaten. Denildiği gibi, kendileri Anadolu'dan Makedonya eyaletine geçmiş bir soyun evladıdır. Tıpkı Enver Paşanın Gagavuzya'dan Makedonya'ya göçmüş bir soyun evladı olması gibi.
*
Bright Truth soydaşımın ise Rıza Nur hakkında söylediklerine ayrıca bir cevap vermek istiyorum. Herhalde o meclis ve mebuslar içerisinde Rıza Nur kadar Anti-Semitik ve Yahudilerden nefret eden bir mebus yoktur. Kendisi Lozan'da kendisini pohpohlayan Yahudi'ye "sus ulan domuz Yahudi" diyecek kadar Yahudilere nefret dolu bir insandır. Laisite fikrinin, Milli Eğitim fikrinin, Türkiye'deki ırk bilincinin gelişmesi hususundaki fikirleri ilk Rıza Nur ortaya atmıştır. Ki kendisi yalnızca Yahudilerden soy olarak nefret etmekle kalmaz; onlardan doğan her fikirden de nefret eder. Komünizm'in yahut diğer ucube fikirlerin kanla bastırılmasından yanadır. Bu hususta en önemli iki kaynak doktorun Hatıratı ve Tandırağ Dergisinin sayılarıdır.
Ancak bir nokta var ki; kendisi Türkiye'nin Hilafet müessesini korumasını savunmuş ve bence bu konuda stratejik bir hataya düşmüştür. Kendisi Müslüman olmamakla birlikte, Hilafetin Türklerin lehine bir kurum olduğunu ancak reformlarla laikleştirilmesi/korunması gerektiğini savunmuştur.
Bu hatadan ömrünün sonlarında dönmüştür. Tanrıdağ Dergisinde dinin eski ehemmiyetinin yitirdiğini, bunun yerini kesinkes milliyet prensiplerinin aldığını yazmıştır.
İftira mevzusuna gelince;
Rıza Nur, tıpkı Atatürk gibi Cumhuriyetin kurucu babalarındandır. Türkiye Cumhuriyetinin isminin "Türkiye" olmasını mecliste o önermiş, Saltanatın kaldırılmasını o teklif etmiş, laiklik fikrini ilk o ortaya atmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyetin liderleri arasında böyle çekişmeler olması doğaldır. Nitekim Rıza Nur'un yaptığının aynısını Atatürk'te yapmış, Rıza Nur'u bir Arnavut ayaklanmasının patlak vermesine sebep olmakla suçlamıştır. Oysa iki liderin de ortaya koyduğu iddialar, içi boş iddialardır. Bir çekişmeden doğmuştur tüm bunlar.

İyi geceler.

Esenlikler

Enver Paşa etnik yahudi olmasa da çok kaliteli bir goydur. Goy değil de yahudi olsa bir ülkeye bu kadar zarar vermezdi diye düşünüyorum. İşin siyasi kısmının tartışmasına girmeyeceğim.

Tarihi olarak bakarsak

Bir ayağı sakat ülkeyi savaşa sokması. (Girmeyebilirdi).

Plansız programsız Kafkas cephesi ve Filistin cephesi harekâtları.

Batum'da karargâh kurup Yunan ordusu Ankara'ya girerse -Kızılorduyu- arkasına alıp Kayseri'ye yürüyecek olması. (Sakarya kaybedilseydi başkent Kayseri'ye taşınacaktı).

İktidar mücadelesi denilip geçiştirilebilir, olayın farklı boyutu "kardeşlerinin" ordusunun bir kısmını doğuda bekletip cephenin zayıflamasına neden olur. Sakarya'daki taarruzun amacına ulaşamaması bu yüzdendir.

Kızılordunun anadoluda yapacağı zulmü ve Rus uydusu olma tehlikesini hesaba katmadım.

Yararları da vardır elbet ama zararları daha fazladır.-Araştırılması gereken biri- olduğunu düşünüyorum.

İyi günler.

Esenlikler. Enver Paşa hususunda söylediklerinizin çoğu konusunda hemfikiriz. Kendisi bir Yahudi değildir ama pek kabiliyetli bir bozguncudur. Hatta ne yazık ki İttihatçıların ekseriyeti böyledir. Fakat düzeltmek istediğim -bence yanlış olan- birkaç yanlışınız var.

Alman gemileri boğazlarımıza dayandığında savaşa girmemek gibi bir şansımız yoktu. Ki Osmanlı kabinesi bu hali önceden gördüğü için evvela İngiltere ve Fransa ile ittifak üzerine anlaşmaya çalışıyordu. Fakat bu girişimle başarısız olduğundan İttihatçı hükumet Almanya saflarında savaşa dahil etti imparatorluğu. Bence harp kaçınılmazdı. Ciddi araştırmacılar ve tarihçiler de bu hususta hemfikirler genelde. Dönemin mevzuatına çok hakim olmadığım için bu konuda daha fazla konuşursam hadsizlik olur herhalde.

Kafkas Cephesinin harekat planı ise basit ve toy bir plan değildir. Gayet uygulanabilir ve başarılı bir programdır. Fakat Hafız Hakkı Paşanın komutasındaki birliklerimiz, hemen batısındaki diğer birliklerle irtibatını kaybetmiş, bu birlik harekat planına uymamış ve düşman mevzilerinde -planın dışında kalan yollardan- desteksiz bir biçimde ilerlemiş ve nihayetinde bir felakete sebep doğmuştur. General Clausewitz'in şöyle bir sözü var; "taarruz ne kadar ilerlerse o kadar zayıflar" nitekim kolordumuzun içine düştüğü Sarıkamış Felaketi de böyle doğmuştur. İrtibatı, ikmal yollarını ihmal etmiş yahut kaybetmişsiniz, programa uyulduğu yoldan gitmek yerine mevzubahis yoldan çok daha zor hava şartlarına sahip tepelerden orduyu ilerletmişsiniz...Bunun felaketle sonuçlanması kaçınılmazdır. "Taarruz eden de dikkatli hareket etmek zorundadır; çünkü onun da emniyete alması gereken bir gerisi, irtibat ve ulaştırma hatları vardır." [General Carl von Clausewitz, Savaş Üzerine, sf 686]

15.000 Kişilik bir orduyla Batum'da Sakarya Savaşının kaybedilmesini beklemesi, hakikaten de Kayseri'ye ilerleme gayesi gütmesi ise asla iktidar mücadelesi olarak görülemez. Enver Paşanın burada yaptığı bozgunculuktan başka bir şey değildir. Ki kendisinin yaptığı tek bozgunculuk da bu değildir zaten. Meşrutiyet evvelinden Meşrutiyete ve İstiklal Harbine kadar yaptığı türlü türlü, her biri birbirinden rezil bozgunculuklar vardır ne yazık ki.
 
Felaxir_ said:
Anatolian Division said:
Felaxir_ said:
Esenlikler.

Mustafa Kemal Atatürk'ün İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini anlamak için evvela hangi felsefeden feyz aldığına bakmak gerekiyor bence. Bu felsefe Aydınlanma Felsefesidir. Mustafa Kemal'e göre "gökten indiği sanılan dogmaların" millet ve siyaset nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Bunu "Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır." diyerekten izah ediyor zaten Kemal Paşa. Eğer kendisinin İslam ve diğer dinler hakkındaki görüşlerini öğrenmek niyetindeyseniz evlad-ı manevisine bizzat mütalaa ettiği Medeni Bilgiler kitabına bakmanız size yardımcı olacaktır. Kendisi İslam'ı -ve muhtemelen diğer Semavi dinler de bu kümeye dahil- Ortadoğu çukurunun Milliyetçiliğini yapmakla itham eder.

Ayrıca bir insana sırf inancından dolayı değer biçilemez bence. Şayet Yahudiliğe mensup değilse tabii. Paşanın kendisi inancımıza ne kadar mensup olmasa da, muhtemelen içimizden bir gürûhun iktidara geldiğinde izleyeceği politikaları izlemiştir çoğu zaman. Bana kalırsa bu yoldan bir insana, özellikle de bir lidere değer biçmek ancak Semavilere özgü bir rezillik ve zayıflık göstergesidir.

Yahudi bilim adamlarını Almanya'ya göndermemiş olması, hatta bizzat Troçki gibi Yahudi politikacıların dahi Türkiye'de iltica süreci yaşaması anlayışla karşılanamayacak bir durum olsa da, anlaşılabilir bir durum bence. Bunu hem her insanın yanlış yapabileceğini, hem de dönemin şartlarının bu insanların politikalarına nasıl tesir ettiğini göz önünde bulundurursak anlayabiliriz bence.

Atatürk'ün "Yahudiliği" üzerine atılan iddiaların da ne denli çürük olduğu yukarıdaki kardeşlerimizce açıklanmış zaten. Denildiği gibi, kendileri Anadolu'dan Makedonya eyaletine geçmiş bir soyun evladıdır. Tıpkı Enver Paşanın Gagavuzya'dan Makedonya'ya göçmüş bir soyun evladı olması gibi.
*
Bright Truth soydaşımın ise Rıza Nur hakkında söylediklerine ayrıca bir cevap vermek istiyorum. Herhalde o meclis ve mebuslar içerisinde Rıza Nur kadar Anti-Semitik ve Yahudilerden nefret eden bir mebus yoktur. Kendisi Lozan'da kendisini pohpohlayan Yahudi'ye "sus ulan domuz Yahudi" diyecek kadar Yahudilere nefret dolu bir insandır. Laisite fikrinin, Milli Eğitim fikrinin, Türkiye'deki ırk bilincinin gelişmesi hususundaki fikirleri ilk Rıza Nur ortaya atmıştır. Ki kendisi yalnızca Yahudilerden soy olarak nefret etmekle kalmaz; onlardan doğan her fikirden de nefret eder. Komünizm'in yahut diğer ucube fikirlerin kanla bastırılmasından yanadır. Bu hususta en önemli iki kaynak doktorun Hatıratı ve Tandırağ Dergisinin sayılarıdır.
Ancak bir nokta var ki; kendisi Türkiye'nin Hilafet müessesini korumasını savunmuş ve bence bu konuda stratejik bir hataya düşmüştür. Kendisi Müslüman olmamakla birlikte, Hilafetin Türklerin lehine bir kurum olduğunu ancak reformlarla laikleştirilmesi/korunması gerektiğini savunmuştur.
Bu hatadan ömrünün sonlarında dönmüştür. Tanrıdağ Dergisinde dinin eski ehemmiyetinin yitirdiğini, bunun yerini kesinkes milliyet prensiplerinin aldığını yazmıştır.
İftira mevzusuna gelince;
Rıza Nur, tıpkı Atatürk gibi Cumhuriyetin kurucu babalarındandır. Türkiye Cumhuriyetinin isminin "Türkiye" olmasını mecliste o önermiş, Saltanatın kaldırılmasını o teklif etmiş, laiklik fikrini ilk o ortaya atmıştır. Dolayısıyla Cumhuriyetin liderleri arasında böyle çekişmeler olması doğaldır. Nitekim Rıza Nur'un yaptığının aynısını Atatürk'te yapmış, Rıza Nur'u bir Arnavut ayaklanmasının patlak vermesine sebep olmakla suçlamıştır. Oysa iki liderin de ortaya koyduğu iddialar, içi boş iddialardır. Bir çekişmeden doğmuştur tüm bunlar.

İyi geceler.

Esenlikler

Enver Paşa etnik yahudi olmasa da çok kaliteli bir goydur. Goy değil de yahudi olsa bir ülkeye bu kadar zarar vermezdi diye düşünüyorum. İşin siyasi kısmının tartışmasına girmeyeceğim.

Tarihi olarak bakarsak

Bir ayağı sakat ülkeyi savaşa sokması. (Girmeyebilirdi).

Plansız programsız Kafkas cephesi ve Filistin cephesi harekâtları.

Batum'da karargâh kurup Yunan ordusu Ankara'ya girerse -Kızılorduyu- arkasına alıp Kayseri'ye yürüyecek olması. (Sakarya kaybedilseydi başkent Kayseri'ye taşınacaktı).

İktidar mücadelesi denilip geçiştirilebilir, olayın farklı boyutu "kardeşlerinin" ordusunun bir kısmını doğuda bekletip cephenin zayıflamasına neden olur. Sakarya'daki taarruzun amacına ulaşamaması bu yüzdendir.

Kızılordunun anadoluda yapacağı zulmü ve Rus uydusu olma tehlikesini hesaba katmadım.

Yararları da vardır elbet ama zararları daha fazladır.-Araştırılması gereken biri- olduğunu düşünüyorum.

İyi günler.

Esenlikler. Enver Paşa hususunda söylediklerinizin çoğu konusunda hemfikiriz. Kendisi bir Yahudi değildir ama pek kabiliyetli bir bozguncudur. Hatta ne yazık ki İttihatçıların ekseriyeti böyledir. Fakat düzeltmek istediğim -bence yanlış olan- birkaç yanlışınız var.

Alman gemileri boğazlarımıza dayandığında savaşa girmemek gibi bir şansımız yoktu. Ki Osmanlı kabinesi bu hali önceden gördüğü için evvela İngiltere ve Fransa ile ittifak üzerine anlaşmaya çalışıyordu. Fakat bu girişimle başarısız olduğundan İttihatçı hükumet Almanya saflarında savaşa dahil etti imparatorluğu. Bence harp kaçınılmazdı. Ciddi araştırmacılar ve tarihçiler de bu hususta hemfikirler genelde. Dönemin mevzuatına çok hakim olmadığım için bu konuda daha fazla konuşursam hadsizlik olur herhalde.

Kafkas Cephesinin harekat planı ise basit ve toy bir plan değildir. Gayet uygulanabilir ve başarılı bir programdır. Fakat Hafız Hakkı Paşanın komutasındaki birliklerimiz, hemen batısındaki diğer birliklerle irtibatını kaybetmiş, bu birlik harekat planına uymamış ve düşman mevzilerinde -planın dışında kalan yollardan- desteksiz bir biçimde ilerlemiş ve nihayetinde bir felakete sebep doğmuştur. General Clausewitz'in şöyle bir sözü var; "taarruz ne kadar ilerlerse o kadar zayıflar" nitekim kolordumuzun içine düştüğü Sarıkamış Felaketi de böyle doğmuştur. İrtibatı, ikmal yollarını ihmal etmiş yahut kaybetmişsiniz, programa uyulduğu yoldan gitmek yerine mevzubahis yoldan çok daha zor hava şartlarına sahip tepelerden orduyu ilerletmişsiniz...Bunun felaketle sonuçlanması kaçınılmazdır. "Taarruz eden de dikkatli hareket etmek zorundadır; çünkü onun da emniyete alması gereken bir gerisi, irtibat ve ulaştırma hatları vardır." [General Carl von Clausewitz, Savaş Üzerine, sf 686]

15.000 Kişilik bir orduyla Batum'da Sakarya Savaşının kaybedilmesini beklemesi, hakikaten de Kayseri'ye ilerleme gayesi gütmesi ise asla iktidar mücadelesi olarak görülemez. Enver Paşanın burada yaptığı bozgunculuktan başka bir şey değildir. Ki kendisinin yaptığı tek bozgunculuk da bu değildir zaten. Meşrutiyet evvelinden Meşrutiyete ve İstiklal Harbine kadar yaptığı türlü türlü, her biri birbirinden rezil bozgunculuklar vardır ne yazık ki.

Esenlikler

Osmanlı'nın cihan harbine girmesi konusunda konuşmak istiyorum.

İlber Ortaylı dahil birçok tarihçi, bizim hocalarımız da dahil, girmek zorunda olmadığını söylerler.

Sorun Goeben ve Breslau'nun alınması değildir. Goeben ve Breslau alındıktan sonra sonra bunlara isim takıp Rusların Sivastopol limanını vurmasıdır.

Enver Paşa 29 Ekim 1914 günü Amiral Wilhelm Souchon'a bir telgraf çeker "Karadeniz'de manevra yapınız, Rus donanmasına denk gelirseniz, vurunuz." Anlaşılabileceği üzere hedef direkt Rusya'dır.

İlk vurulanın Rusya olmasının da derin bir anlamı vardır. Amaç Ruslar kuzeyde Bolşeviklerle, batıda Almanlarla uğraşırken güneyde üçüncü cephe açmaktır.

Bundan önce İngiltere ve Fransa'ya ittifak için teklif götürülmüştür fakat İngiltere Rusların sıcak denize inme politikasına karşı Osmanlı'nın savaşa girip zayıflamaması için bu teklifi reddetmiştir.

Peki neden ısrarla savaşa girmek istedi?

Çünkü kaybettiği toprakları geri almak istiyordu. Bu konu araştırılırken gözden kaçırılan detay, Osmanlı'nın Çanakkale cephesi hariç hep saldırı pozisyonunda olmasıdır.

Alternatif tarih yazarsak, kaybettiği toprakları almak istemez, asla hiçbir ülkeye saldırmaz, saldıran olursa da elindeki toprakları savunmakla yetinirdi. Cepheye göre asker dağıtımı eşit olur, rahat ederdi. DFT Tarih bile Osmanlı'nın itilaf devletlerini oyalamak için girdiğini söylemiş, gaf yapmış. Osmanlı Mısır ve Balkanlar için bütünüyle orta çağ diliyle söylersek "Reconquista" yani tekrar fethediş yapmak istiyordu.

Kafkas cephesi saldırı
Sina-Filistin cephesi saldırı
Irak-Basra cephesi hem saldırı hem savunma.
Galiçya destek amaçlı olduğu için hesaba katmıyorum.

Yani asla alelacele Rusya'yı vurmayıp olayların gidişatına göre yönümüzü şekillendirebilirdik.

Yani özetlersek, Osmanlı kaybettiği toprakları geri almak istiyordu fakat bunun önünde en büyük engel olarak gördüğü Rusya vardı. Rusya'yı, bolşevikler ve almanlarla hareket edip üçüncü bir cephe açarak ekarte edebileceğini düşündü ama diğer cephelerde işler hesaplandığı gibi gitmeyince devletin kendisi de Çarlık Rusyasıyla birlikte tarihe gömüldü. Muhtemelen plan, Rusya'yı deviren orduyu, Rusların işi bittikten sonra Mısır ve Irak'a sevketmekti ama savaş beklenildiği gibi gitmedi.

İyi geceler.
 
Esenlikler,

Atatürk'ü, Yüksek Rahip Hoodedcobra666'ya sorduğumda, kendisi bana Centil olduğunu, ancak localarla da ilişkisi olduğunu söyledi.

Buradan çıkarabileceğimiz sonuç: Kendisi iyi bir insandı ve neler döndüğünün farkında olmadan, kendi ilkelerini takip ederek faydalı işler yapmaya çalıştı. Yahudi tehlikesini görememiş olsa ve onları da insan gibi görmüş olsa da, sonuç olarak bu kendi doğasından geliyordu. İyilik yapmak isteyen, insancıl doğası; hem Centillere, hem de Yahudilere fayda sağlamış olabilir.

İyi geceler.
 
Doğrusu, büyük bir sırra erişimi olan çocuklar olduğunuzu (kendimi hariç tutmuyorum) ve bu sırra erişiminizin olmasının, size duru bir görüş sağlamadığını veya tarihe bu kadar net sınırlar çizemeyeceğiniz gerçeğini değiştirmediğini unutuyorsunuz. Spiritüel Satanist olmak, "Büyük güç, büyük sorumluluk gerektirir." ilkesi gereği, yargılamalarınızda sizi öncekinden birkaç kez daha fazla düşünmeye teşvik etmelidir. Tarihi kişilikleri, özellikle yaşadığımız ülkenin kurucusunu bu şekilde değerlendirmek, başka bir dine girdiği gibi ailesini bile tanımayan, yakınlarını kurban eden insanlardan daha farklı kılmıyor sizi. Yobazlıktan ve cehaletten kaçtığınızı sanarken siz de bir başkasının içine atlıyorsunuz.

Herhangi bir fayda sağlamayan, hatta net sonuçlanmadığı için zihinde gereksiz enerji tüketen iddia ve türevleri görmemiş gibi yapmak çok daha yeğdir. Aksi taktirde nereden çıktığı belli olmayan türlü türlü şeylerle, türlü türlü fikirlere kapılıp, kendinizi geçmişte olduğunuz yerde, sadece farklı bir unvan altında göreceksiniz.

Şu unutulmamalıdır ki, çoğunlukla, hiçbir şey göründüğü gibi değildir, hiçbir şey siyah-beyaz değildir, hiçbir şey sizin düşündüğünüz gibi değildir ve her şey yerine uygun şekilde değerlendirilmelidir.
 
Spine said:
Doğrusu, büyük bir sırra erişimi olan çocuklar olduğunuzu (kendimi hariç tutmuyorum) ve bu sırra erişiminizin olmasının, size duru bir görüş sağlamadığını veya tarihe bu kadar net sınırlar çizemeyeceğiniz gerçeğini değiştirmediğini unutuyorsunuz. Spiritüel Satanist olmak, "Büyük güç, büyük sorumluluk gerektirir." ilkesi gereği, yargılamalarınızda sizi öncekinden birkaç kez daha fazla düşünmeye teşvik etmelidir. Tarihi kişilikleri, özellikle yaşadığımız ülkenin kurucusunu bu şekilde değerlendirmek, başka bir dine girdiği gibi ailesini bile tanımayan, yakınlarını kurban eden insanlardan daha farklı kılmıyor sizi. Yobazlıktan ve cehaletten kaçtığınızı sanarken siz de bir başkasının içine atlıyorsunuz.

Herhangi bir fayda sağlamayan, hatta net sonuçlanmadığı için zihinde gereksiz enerji tüketen iddia ve türevleri görmemiş gibi yapmak çok daha yeğdir. Aksi taktirde nereden çıktığı belli olmayan türlü türlü şeylerle, türlü türlü fikirlere kapılıp, kendinizi geçmişte olduğunuz yerde, sadece farklı bir unvan altında göreceksiniz.

Şu unutulmamalıdır ki, çoğunlukla, hiçbir şey göründüğü gibi değildir, hiçbir şey siyah-beyaz değildir, hiçbir şey sizin düşündüğünüz gibi değildir ve her şey yerine uygun şekilde değerlendirilmelidir.

Açıklamanız çok iyi, tebrik ve teşekkür ederim.
 

Al Jilwah: Chapter IV

"It is my desire that all my followers unite in a bond of unity, lest those who are without prevail against them." - Satan

Back
Top