Diskriminant
Member
"Beğenilen bir teoriye körü körüne sadık kalmak yüzünden, bilime telafisi daha fazla emek gerektiren pek çok yanlış girmiştir. Bunlara engel olmak, büyük oranda zihni alçakgönüllülük, bağımsızlık ve yenilgiyi kabul etmeyi gerektirir.”
-Micheal Faraday
"Bilimlerde binlerce görüşün otoritesi, tek bir insandaki küçücük bir mantık kıvılcımı kadar değerli değildir."
-Galileo Galilei
(Bu yazı, geçen sene kendi siteme ekleyip buraya duyurusunu attığım yazının foruma geçirilmiş halidir. En başında buraya da eklemek lazımdı fakat o dönem 2-3 ay bu yazıyla uğraşmaktan baya bunalmıştım ve forumlara sadece duyurusunu attım. İyi okumalar ve elektromanyetizma ile ruhaniyet bağlantısı ile ilgili bir şey görürseniz bana bildirmeyi unutmayın.
Makale linklerini eklere bırakıyorum, ama tatlı olan ekler değil
LESGOOOOOO
Bu yazının şarkısı:
Esenlikler,
Bu yazının tek amacı bir sonraki yazıyı anlayabilmenizi sağlamak.
Öncelikle aradaki bağlantıyı anlamanız için biraz plazma fiziğinden ve plazma kozmolojisinden bahsedeceğim. İkinci bölümde ise elektrik evren modeli ile astroloji arasındaki bağlantıları anlatacağım.
(Bu yazıda sıkça adını duyacaksınız: Hannes Alfven, nobel ödüllü fizikçi. Plazma fiziğinin babası kabul edilir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Hannes_Alfv%C3%A9n )
Kısaca Atom Modeli ve Parçacıklar
Yukarıda gördüğünüz yapının bütününe atom denilir. Tüm cisimler bu atomların farklı proton, nötron ve elektron sayılı versiyonlarının birleşmesi ile oluşur.
Elektron negatif yüklüdür, proton pozitif yüklüdür, nötron ise nötrdür. Normal bir atomda proton ve elektronlar eşit sayıdadır ve yükleri birbirini sıfırladığı için atom nötr olur.
Eğer nötr bir atomdan elektron koparılırsa kalan eksik elektronlu atoma iyon denilir. Bu yapı, proton sayısı fazla olduğu için pozitif bir iyondur ve sadece iyon denildiğinde genellikle pozitif iyonlar kastedilir. Negatif iyonlar da bulunabilir. Kopmuş elektron ise her zaman negatif yüklüdür.
Her yüklü parçacık kendi elektrik alanını oluşturur. Elektronların akışı ile de bildiğiniz elektrik akımları oluşur. Her elektrik akımı mutlaka bir manyetik alan oluşturur.
Plazma Nedir?
Plazma, kısaca yüklü ve nötr taneciklerin bir karışımdır. İçerisinde serbestçe dolaşan elektronlar, pozitif ve negatif yüklü iyonlar ve nötr parçacıklar bulunabilir. Gazların yeterince ısıtılması (iyonize edilmesi) ile elde edilir. Maddenin 4. hali olarak da bilinir.
Ayrıca "İyonize gaz" da denilir fakat bir gazdan çok daha farklı davranır. Ana akım kozmolojide plazma sıklıkla yanlış adlandırılır. Uzay plazmalarına sıklıkla gaz, hidrojen bulutu, iyonize gaz vs. denilir ve bu oldukça yanlıştır.
Alfven bu konuda şunları söylemektedir:
[Birincil yaklaşım: İyonize Gazlar, İkincil yaklaşım: Plazma]
Alfvén, Hannes, “Model of the plasma universe”, IEEE Transactions on Plasma Science (ISSN 0093-3813), vol. PS-14, Dec. 1986, p. 629-638"Birinci ve ikinci yaklaşımlar arasındaki temel fark, gerçekte eşanlamlı olmalarına rağmen farklı genel kavramları ifade eden iyonize gaz ve plazma terimleriyle bir dereceye kadar gösterilmektedir. İlk terim, temelde bir gaza, özellikle de en aşina olduğumuz atmosferik gaza benzeyen bir ortam izlenimi verir.
Bunun aksine, bir plazma, özellikle de tamamen iyonize olmuş manyetize bir plazma, temelde bambaşka özelliklere sahip madde halleridir..."
- Hannes Alfven
Plazma kelimesinin kökeni de şuna dayanır:
"Elektrik akımlarının etkisi altında plazma, yaşam benzeri niteliklere sahip ipliksi, dalgalı, sarmal oluşumlar üretir.
Aslında, Irving Langmuir'e bu terimi biyolojiden (kan plazması) ödünç alması için ilham veren, elektrikli plazmanın bu yaşam benzeri davranışlarıydı."
Kaynak: http://www.thunderbolts.info/tpod/2004/arch/040810mystery-cosmic-dragon.htm
(plazma kelimesinin ilk kez fizikteki anlamında kullanıldığı kaynak)
"Çok az elektron içeren kılıfların bulunduğu elektrotların yakınları hariç, iyonize gaz yaklaşık eşit sayıda iyon ve elektron içerir, böylece ortaya çıkan uzay yükü çok küçüktür. İyon ve elektronların dengeli yüklerini içeren bu bölgeyi tanımlamak için plazma adını kullanacağız."
I. Langmuir, “Oscillations in ionized gases,” Proc. Nat. Acad. Sci. U.S., vol. 14, p. 628, 1928
Plazmaya fazla aşina olmama sebebiniz dünyada kalan 3 madde halinin daha yaygın olmasıdır. Bu istisnai bir durum çünkü evrendeki yapıların %99'u plazmadır.
Plazmanın davranışlarını inceleyen fizik dalına plazma fiziği denir. Ayrıca Plazma Fiziğinin füzyon teknolojilerinde de kullanım alanı vardır. Genelde de bu yüzden ilgi görür.
Plazmanın Özellikleri
Bütün özelliklere burada yer veremem. Genel özelliklerden bahsedeceğim.
- Evrendeki yapıların %99'unu oluşturması
- Ölçeklenebilirlik, laboratuvar deneyleri ile uzay yapılarını anlayabilme
- Filamentleşme eğilimi
- Mükemmel bir iletken olması, hepsinin elektrik akımları iletmesi ve kendi manyetik alanlarını üretmesi, Manyetik alanlardan etkilenmesi, kendi manyeitk alanları da dahil
- Kendi ürettiği manyetik alanlardan etkilenerek kendi kendini değiştirebilen canlılık benzeri bir yapısı olması
Plazmalar mükemmel elektrik iletkenleridir. Plazmanın en ayırt edici özelliği elektromanyetik kuvvetlerden etkilenebiliyor ve onları üretebiliyor oluşudur.
Plazma içerisindeki elektronların hareketi bir elektrik akımı oluşturur, elektrik akımları ise her zaman manyetik alanları beraberinde getirir. Plazmalar manyetik alanlardan etkilenirler ve manyetik alanlar üretirler. Tabii ki kendi ürettikleri manyetik alanlarda kendi yapılarını etkiler ve değiştirebilir.
Böylece tıpkı canlılarmış gibi, kendi kendilerini düzenleyebilen plazma varlıkları (plazmoid) oluşur. İşte yukarıdaki canlılık benzeri yapı ifadesi de buna dayanır.
Plazmalar laboratuvar ortamında üretilebildikleri gibi uzayda serbest halde de bulunurlar.
Hatta evrendeki yapıların %99'u plazmadan oluşur:
Görünür evrenin %99,999'u plazmadır. Yani basitçe, eğer plazmaların nasıl davrandığını bilmiyorsanız, Evren'in nasıl davrandığını da bilmiyorsunuz demektir.
Tüm kozmik plazmaların manyetik alan ve elektrik akımı taşıdığını belirtmek gerekir. 1'den daha az iyonize olan plazmalar bile -tozlu plazmalar gibi- [gerçek] plazma gibi davranabilir (yani "toz taneleri baskın akım taşıyıcısı olabilir").
Kaynak: https://www.plasma-universe.com/99-999-plasma/
Yavaş yavaş neden plazmalardan bahsettiğimi anlamaya başladınız sanırım.
Uzayda bulunan birçok plazma yapısı vardır. Bunlardan en bariz olanları ise yıldızlardır.
Evet, bizim Güneşimiz de tam anlamıyla bir plazmadır.
"Güneş'teki atomların çoğu iyonize. Bu özellikle, esasen tüm hidrojen ve helyum atomlarının tamamen iyonize olduğu sıcak, yoğun iç kısım için geçerlidir. Böyle yüksek oranda iyonize olmuş bir gaza plazma denir. Bu nedenle, Güneş'in gazlı bir cisim olarak adlandırıldığını görmek yaygın olsa da, daha spesifik bir tanım, onun plazma formunda olmasıdır. Bu durumda plazma, hidrojen ve helyum iyonları ile bu iyonlar üretildiğinde serbest kalan elektronlardan oluşur.”
Simon F. Green, Mark H. Jones, S. Jocelyn Burnell, An Introduction to the Sun and Stars 2004, Cambridge University Press, 2004, ISBN 0521546222, 9780521546225, 373 pages. Page 46
Diğer büyük plazma yapılarından biri ise plazma filamentleridir.
Plazma filamentleri, uzayda serbest halde bulunan plazmaların bir ipe benzer şekilde toplanması ile oluşan, akım taşıyabilen ve dolayısıyla manyetik alan oluşturabilen yapılardır. https://www.plasma-universe.com/filamentation/
Bazı belirgin plazma filamenti örnekleri:
Yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi plazma yapıları evrenin her yerine, yıldızlardan, galaksilere kadar yayılmaktadır. [bu konuya tekrar döneceğim]
Plazmaların filamentleşebilmesi temel özelliklerinden birisidir:
"Hannes Alfvén, akım filamentlerinin kendiliğinden oluşumunun, uzayda olduğu kadar laboratuvarda da manyetize plazmaların temel bir özelliği olduğunu ileri sürmüştür."
[3] https://www.plasma-universe.com/filamentation/#cite_note-3
(Kısa bilgilendirme: Akademide yaygın olarak kullanılan kozmoloji modeline Standart Kozmoloji denir ve bu model plazmanın davranışlarını çoğu zaman görmezden gelir.
Plazma fiziğinin uzaya uygulanması ile oluşturulan evren modeli ise Plazma evren modelidir.
İleriki bölümde evren modellerini daha ayrıntılı anlatacağım.)
Kalan son özelliğimiz ise ölçeklenebilirliktir:
Plazma; laboratuvar ortamında gösterdiği özelliklerin tamamını, uzayda laboratuvar ortamında bulunan plazmadan yüzlerce kat büyük olduğu durumda bile gösterir.
Bu sayede laboratuvar deneyleriyle uzaydaki yapıları anlayabilmemiz mümkün oluyor.
Alfven bu sebepten dolayı her zaman kozmolojinin laboratuvar deneylerinin bir uzantısı olması gerektiğini savunmuştur.
"Göründüğü kadarıyla, hiçbir görüntü yeni bir fizik yasası icat etmemizi gerektirmiyor. Plazmanın temel özelikleri her yerde, laboratuvardan Hubble uzaklıklarına kadar aynıdır.“
-Hannes Alfven
https://www.plasma-universe.com/plasma-scaling/
İşte plazma evren modellerini gerçek bir bilim yapan da budur: laboratuvar deneylerinde gözlemlediğiniz plazma olaylarını uzaydaki yapılarda da tespit edebilirsiniz. Tam terside geçerlidir. Yani plazma evren modelleri deneylerle test edilebilirdir.
Bu bilimsel yöntem ile tamamen uyuşur: https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilimsel_yöntem
Aksine Standart kozmolojik model büyük oranda hipotetik teorilerden oluşur ve deneylerle test edilemez.
(Kısa Bilgilendirme)
Dört Temel Kuvvet
Evrende tespit ettiğimiz tüm kuvvetlere neden olan temel 4 kuvvet bulunmaktadır:- Güçlü Nükleer Kuvvet
- Elektromanyetizma
- Zayıf Nükleer Kuvvet
- Kütleçekim
Elektromanyetizma ve kütleçekim kuvveti oldukça aşina olduğunuz kuvvetlerdir aslında.
Bir mıknatısın buzdolabına yapışmasını sağlayan şey Elektromanyetizma kuvvetidir.
Bir elmayı bıraktığınızda onu yeren çeken kuvvet ise kütleçekim kuvvetidir.
Bu da bizi başka bir konuya getiriyor, Evren modelleri.
Bir Evren Modeli Nedir?
Evren modeli kısaca, evrenin yapısını, uzayın ve içerisindeki yapıların nasıl davrandığı açıklayan teoriler bütünüdür.Standart Kozmolojik Model
Standart Kozmolojik Model, Kısaca SKM.-Şimdi fark ettim de, pek hoş bir kısaltma olmadı ama az bile bunlara-
SKM, günümüzde bilim camiasının büyük çoğunluğunun kabul ettiği evren modelidir. Bu modelde evrende baskın olan güç kütleçekim -kütlelerin birbirine uyguladığı kuvvettir- kabul edilir. Yani gezegenleri yıldızların çevresinde tutan, galaksileri ve yıldızları oluşturan kuvvet kütleçekim kabul edilir. Ayrıca büyük patlama, karanlık madde, karanlık enerji, karadelik vs. gibi inanılmaz hipotetik varsayımları ve teorileri bulundurur.
Genel olarak genel görelilik kuramı, büyük patlama teorisi ve termonükleer yıldız modeli gibi teorilerin birleşimi ile oluşur.
Plazma Evren Modeli
Plazma Evren Modeli (Kısaca PE diyeceğim) ise SKM'nin tam tersine evreni yöneten gücün plazmadan kaynaklı olduğunu söyler. Çünkü evrendeki yapıların %99'u plazmadan oluşur.(Evrendeki yapıların %99'u plazmadan oluşur ifadesi bu modelin argümanı değil yalnız, öyle olduğu SKM taraftarları tarafından bile kabul edilir.)
Ve PE'ye göre evreni yönetecek olan kuvvet de doğal olarak plazmadan kaynaklanan elektromanyetizmadır. Plazma fiziğinin uzaya uygulanması ile Plazma Evren Modeli ortaya çıkar.
Bu modelin kurucusu olan Hannes Alfven aynı zamanda da plazma fiziğinin babası kabul edilir. Plazma fiziğindeki çoğu gelişme onun sayesinde olmuştur. Magnetohidrodinamik hakkındaki çalışmaları sayesinde Nobel fizik ödülü kazanmıştır.
Ayrıca PE'nin temeli olan plazma fiziği nerdeyse yüz yıldır araştırılan bir alan ve çok iyi şekilde belgelendirilmiştir. Bunu söylüyorum çünkü standart kozmolojide nerdeyse yarım asır araştırılıp hala ne olduğu bile bilinmeyen karanlık madde diye bir "şey" var.
Elektrik Evren Modeli
Elektrik Evren Modeli, Kısaca EE diyeceğim, asıl konumuz olacak modeldir. Önceki modeller hakkında internette bol bol hem türkçe hem ingilizce kaynak var o yüzden fazla değinmeyeceğim.EE, büyük oranda Plazma Evren Modeli (PE) ile aynıdır. Aralarındaki farklar hakkında güzel bir video paylaşacağım, Plasma Universe & Electric Universe, What's the Difference? - YouTube
ama en göze çarpan farkları: EE yıldızların yapısı hakkında farklı bir teori önerir, PE ise klasik SKM teorisi olan termonükleer güneşi kabul eder. Bu fark dışında hemen hemen aynı şeyleri savunur iki modelde.
Hannes Alfvén'in yüksek lisans öğrencisi olan Dr. Anthony Peratt'ın EE'ye büyük katkıları olmuştur. Peratt, iki modelde de çalışmış bir fizikçidir.
Kısaca literatürü anlattığıma göre konuya geri dönebiliriz.
İşte tüm sorunumuz bu evren modeli farklarıdır aslında. Akademide çok çok büyük ölçüde SKM kabul görür ve bu modelin inanılmaz derece fazla sorunu olmasına rağmen bir dine inanır gibi inanılır ve sorgulanmaz bile.
Şimdi genel literatürü öğrendiğinize göre tüm bu modelleri karşılaştırabiliriz.
Galaksi Simülasyonu
https://www.plasma-universe.com/Galaxy-formation/[2](Fotoğraf ve alıntı şu belgeseldendir:"...Buna çok iyi bir örnek, gerçekten elektrik kozmolojisinin babası olan, ünlü (Nobel ödülü sahibi) Hannes Alfvén'in yüksek lisans öğrencisi olan Dr. Anthony Peratt'ın çalışmasıdır.
Peratt, kütleçekim ile ilgili hiçbir şey kullanmadan, sadece elektrik bilimi yasalarını kullanarak, sadece bir elektrik yükü bulutu ve bir manyetik alan kullanarak bir süper bilgisayarda simülasyon yaptı. Sarmal bir galaksiye benzeyen bir yapı simüle etti. Ve ilginç olan, Peratt'ın laboratuvardaki sarmal gökadasının, gökyüzünde gördüğümüz gerçek sarmal gökadalarla tamamen aynı dönme özelliklerine sahip olmasıdır."
Belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. İngilizce altyazı var, ingilizce altyazıyı otomatik olarak türkçeye çevirme seçeneği de bulunuyor.
Peratt'ın yaptığı simülasyon:
Samanyolu Galaksisi
Aradaki benzerliği görüyor musunuz?
Bu arada, aynı galaksi oluşumu daha öncesinde Bostic tarafından deneylerle de gözlemlenmiştir:
Gördüğünüz gibi PE/EE galaksilerin oluşumunu açıklayabiliyor, hem de karanlık madde gibi hiçbir somut kanıtı olmayan bir teoriye başvurmadan!
SKM ise galaksi oluşumunu tek başına açıklayamaz, teorisinin tutarlı olması için gerekip gözlemlerde olmadığı görülen maddeye de karanlık madde denir.
[3](https://en.wikipedia.org/wiki/Dark_matter)"Yapı oluşumu, Büyük Patlama'dan sonraki yoğunluk bozulmalarının çökerek yıldızları, galaksileri ve kümeleri oluşturduğu dönemi ifade eder. Yapı oluşumundan önce, genel göreliliğin Friedmann çözümleri homojen bir evreni tanımlar. Daha sonra, küçük anizotropiler yavaş yavaş büyür ve homojen evreni yıldızlara, galaksilere ve daha büyük yapılara yoğunlaştırır. Sıradan madde, çok erken dönemlerde evrenin baskın unsuru olan radyasyondan etkilenir. Sonuç olarak, yoğunluk bozulmaları yapıya yoğunlaşamaz.[68] Evrende sadece sıradan madde olsaydı, yoğunluk bozulmalarının şu anda görülen galaksilere ve kümelere dönüşmesi için yeterli zaman olmazdı.
Karanlık madde, radyasyondan etkilenmediği için bu soruna bir çözüm getiriyor. Bu nedenle, yoğunluk bozulmaları büyüyebilir. Ortaya çıkan yerçekimi potansiyeli, daha sonra çöken sıradan madde için çekici bir potansiyel görevi görür ve yapı oluşum sürecini hızlandırır.[68][69]"
Karanlık madde olayı ise şöyle ki, SKM'de galaksilerin oluşumu karanlık madde kullanılmadan açıklanamıyor. Çünkü SKM'ye göre galaksilerin oluşumu için gereken madde miktarı, gözlemlerde ölçülen madde miktarından çok çok daha fazla.
Yani gerçekte gözlemlenen madde onların kuramında galaksilerin oluşması için gereken madde miktarından oldukça az.
Bu durum, gözlemler ile teorinin uyuşmadığını gösterir. Normal bir bilim insanı, teorisi ile gözlemler uyuşmadığında yeni bir teori oluşturmaya çalışır.
Fakat SKM'i geliştiren bilim insanları, öyle görünüyor ki oldukça inatçı ve teorilerinin kabul edilmesi için her türlüğü pisliği yapmaya hazır durumda.
İşte bu yüzden de eksik kalan maddenin karanlık madde adında gözlemlenemeyen bir madde türünde olduğunu iddia ettiler. Sonrası malum zaten, karanlık madde basına pazarlandı, oradan da popüler bilim kitapları aracılığıyla yeni yetişecek fizikçi nesline aktarıldı ve tek gerçek Standart Kozmolojik Modelmiş gibi algılatılmaya devam edildi.
Oysaki şöyle bir durun ve düşünün: Bir bilim insanı teorisi gözlemlere uymadığı yerde, olmayan maddenin aslında başka bir madde türünden olduğunu söylemesi ve bunu neredeyse yarım asır araştırıp hiç bir şey bulamamasına rağmen yine de en doğru teorinin kendi teorisi olduğunu söylemesi ne kadar doğru?
İşte bu yüzden SKM'nin bilimden oldukça uzaklaşmış bir paradigma olduğunu düşünüyorum.
SKM bir bilim katliamıdır.
Size biraz spoiler vermek zorunda kalacağım ama karanlık maddenin yapısı asla bilinemeyecek, çünkü öyle bir şey yok! Karanlık maddenin "ne olabileceğine" dair tonla teori var, yeni nötrino türleri, yeni parçacıklar vs. fakat SKM taraftarı bilim insanları kendi aralarında bu yapının ne olduğu hakkında ortak bir görüşe varsa bile bunu deneylerle ispatlayamayacaklar. Bu yüzden de buna kaynak ayrılması tamamen israftır.
(Sadece karanlık maddeye ayırdığım bir yazı da gelecek şimdilik bu kadarına değiniyorum.)
SKM ve diğer teoriler arasındaki önemli bir farkta kullandıkları kuvvetlerle alakalıdır.
"Kütleçekim, doğanın dört temel etkileşiminin en zayıf yönüdür. Kütleçekim kuvveti, güçlü kuvvetten yaklaşık 10^38, elektromanyetik kuvvetten 10^36 (on üzeri 36, yani birden sonra 36 sıfır koymanız gerekiyor. ) ve zayıf kuvvetten 10^29 kat daha zayıftır." https://tr.wikipedia.org/wiki/Kütleçekim
SKM evrene hakim olan kuvvetin kütleçekim olduğunu söyler ve evrendeki açık ara en güçsüz kuvvet kütleçekimdir. Bu SKM'ye bariz zorluklar çıkarmaktadır, tek başına galaksi oluşumunu açıklayamaması gibi.
PE/EE ise evrene hakim kuvvetin elektromanyetizma olduğunu söyler. Kütleçekim aksine elektromanyetizma dört kuvvet arasından en güçlü kuvvetlerden biridir, en güçlüden en güçsüze ikinci sırada bulunuyor. Bu elbette büyük bir avantaj PE/EE açısından.
Standart kozmolojide astronomik boyutlarda kütleçekim dışında etkili olabilecek hiçbir kuvvet yoktur fakat PE/EE'ye göre elektromanyetizmanın etkisinin düşük olduğu bazı yerlerde kütleçekimde etkili olabilmektedir.
Aslında, kütleçekim'in bile elektromanyetizma kökenli olduğu hakkında bazı hipotezler bulunuyor. Böyle bir keşif çoğu şeyi açıklığa kavuşturur açıkçası.
Ayrıca, "Plazma evren modeli bilim insnaları tarafından çürütülmüştür." ifadesi koca bir masaldır. Ne o çürüten "bilim insanları'nın" adı bellidir ne de nasıl çürüttükleri bellidir. Koca bir masal resmen.
Ve bu saçmalığa inanıp, gidip "manyetik enerji evrenin %70'ini oluşturuyor olabilir" gibi şeyler söyleyip çürütüldüğünü söyledikleri teoriye destek oluyorlar.
Plazma evren modeli ayrıca evrenin sonu ve başlangıcı olmadığını söyler. Çünkü böyle bir gözlemimiz yok. Lokal oluşumlar vardır sadece, mesela samanyolu galaksisi bir zaman yoktu, sonradan oluştu, güneş sistemi bir zamanlar yoktu, sonradan oluştu gibi. Bu şekilde düşünürseniz evrenin sonsuzluğu gayet akla yatkın geliyor.
Ayrıca standart kozmolojiden en önemli farklarından biri de yöntemidir. Büyük patlamada belirli bir zamandan başlanıp yavaş yavaş günümüzdeki evrenin nasıl oluştuğu kurgulanır, daha sonra ise bunun gözlemler ile desteklenip desteklenmediğine bakılır.
Plazma evren modeli ise önce gözlem yapar, daha sonra teorisini oluşturur. Aynı yüzyıllardır fizikte yapılan gibi.
Biraz da PE aleyhine argümanları görelim.
Plazma Evren Modelinin en büyük sorunu:
"Bilgisayar Simülasyonları Gözlemlerle Uyuşuyor
Plazma Evren modelinin en büyük sorunu, manyetik alan içinde bulunan filamenter yapıya sahip ve elektriksel olarak iletken plazmayı tanımlayan denklemlerin non–lineer olmasıdır.
Bu tür denklemlerin lisede görmüş olduğumuz denklemler gibi çözüm yolları yoktur, çözümleri ancak süper bilgisayarlar ile mümkündür.
Plazma kuramcıları plazma simülasyonu adı verilen bir yöntem kullanırlar. Bu yöntemde daha önce teorik veya deneysel olarak elde edilmiş denklemler ile yasalar önceden koyulmuş sayısal sanal doğaya milyonlarca parçacıktan oluşan sayısal parçacıklar eklenir. Bilgisayar çalıştırılır ve beklenir. Bilgisayarın hızına bağlı olarak bir süre sonra bu parçacıkların deviniminin oluşturduğu yapılar görülebilir. Sayısal olarak elde edilen bu yapılar laboratuvar ve gökyüzü gözlemleri ile karşılaştırılarak denklemlerin doğruluğu sınanabilir.
Ancak yapılan ilk simülasyonlarda milyonlarca parçacık kullanılmasına karşın gerçeğe daha yakın sonuçlar elde etmek için çok daha yüksek sayıda parçacık kullanılması gerekmektedir.
Bunun için daha güçlü bilgisayarlara ihtiyaç vardır. Gök adamız Samanyolu,10^65 tane özgür elektron ve iyon içerdiğinden simülasyonda kullanılan bir parçacık aslında devasa parçacık gruplarına denk gelmektedir. Yinede 50 milyon parçacık ile oluşturulmuş olan simülasyonlar evrende gözlemlenmiş gök ada yapılarını sayısal ortamda şaşırtıcı derecede benzerliklerle oluşturabilmektedir. En önemlisi simülasyonlarda kullanılan denklemler ve değerler laboratuar deneyleri ile elde edilmiştir. Sonuçlar gözlemlerle uyuşmaktadır. Bu uyumu sağlamak için hayali bazı parçacık veya madde topluluklarının yaratılmasına ihtiyaç duyulmamıştır.
Hannes Alfven bu durumu şöyle açıklıyor:
"Göründüğü kadarıyla hiçbir görüntü yeni bir fizik yasası icat etmemizi gerektirmiyor. Plazmanın temel özelikleri her yerde, laboratuvardan Hubble uzaklıklarına kadar aynıdır.“ "
Şimdi bununla bağlantılı başka bir konu daha var. Bildiğiniz gibi, elektrik akımları her zaman manyetik alanlar üretir. Filamentler ve diğer plazma yapıları da elektrik akımları taşır, dolayısıyla manyetik alanlar üretir ve plazma yapıları da evrenin %99'unu kaplıyor. Dolayısıyla mantıken uzay manyetik alanlarla dolu olmalı değil mi? Gerçekten de öyle.
Ve uzaydaki manyetik alanların varlığı standart kozmolojide bile gözardı edilemeyen bir şeydir. Fakat göz ardı ettikleri şey onları oluşturan elektrik akımlarıdır.
Manyetizmanın kozmolojik boyutlarda var olduğunu anlamışsınızdır. İlk başlarda kozmik manyetizma standart kozmolojide tamamen görmezden geliniyordu, daha sonra ise yavaş yavaş kabul etmeye başladılar.
https://popsci.com.tr/yeni-calisma-evrenin-yuzde-70inin-bilesimine-suphe-dusuruyor/
"
[Eski bir nasa sitesindeki soru cevap kısmından bahsediliyor]
Uzayda manyetik alanlar var mı sorusuna verilen cevap şöyledir:
"Kozmolojik ölçekte, manyetik alanların mevcut olduğunu gösteren hiçbir veri yok. Mevcut gözlemsel kısıtlamalarla tutarlı herhangi bir makul alan gücü aralığı için evrenin dinamiklerinde kesinlikle önemli değiller.'
Ancak 2011'de inkar edilemez bilmece, Universe Today makalesinde kabul edilmektedir.
'Kozmik ölçekli manyetik alanlardan söz edilmesi, bazı astronomik çevrelerde hala rahatsız edici bir sessizlikle karşılanacak gibi görünüyor- ve biraz silkelenme ve boğaz temizlemeden sonra, tartışma daha güvenli konulara taşınacak. Ama bakın, yine de oradalar! (kozmik Manyetik alanlar) Galaksi oluşumunda değilse bile muhtemelen galaksi evriminde rol oynuyorlar ve kesinlikle yıldızlararası ortamın ve galaksiler arası ortamın bir özelliğidirler.'
Fakat gökbilimcilerin ve astrofizikçilerin uzun süredir 'önemli olmadığına' inandıkları bu manyetik alanları oluşturan şey nedir? "
Kaynak:https://www.youtube.com/watch?v=0ZnfNuXiExQ
Son soruya ben cevap vereyim. Daha az önce söylediğim gibi manyetik alanları oluşturabilecek tek şey elektrik akımlarıdır.
Fakat standart kozmolojide manyetik alanlar kabul edilse de onu oluşturan elektrik akımları kabul edilmez:
"Gökbilimcilerin ve astrofizikçilerin karşılaştığı gerçek sorun, galaktik manyetik alanların kökenleri üzerine bir Scholarpedia sayfasında kısa ve öz bir şekilde özetlenmiştir:
'Evrenin ilk manyetik alanlarının kökeni hala bir gizemdir... Manyetik alanı sürdürmek ve düzenlemek için bir mekanizma gerektirir.' [http://www.scholarpedia.org/article/Galactic_magnetic_fields]
Kendi göksel mahallemizde daha küçük bir ölçekte, bilim adamları, gezegenlerin ve Güneş'in manyetik alanlarını açıklamak için gizemli iç dinamoları öneriyorlar. Galaktik manyetik alanları açıklamak için artık galaksilerin içinde de dinamolar öneriliyor.
Ancak plazma kozmologları, galaksilerdeki manyetik alanların, galaksilerin sarmal kolları boyunca merkeze akan elektrik akımlarından kaynaklandığını teorik ve deneysel olarak göstermiştir."
"Sadece tüm galaksiler değil, onları birbirine bağlayan zayıf filamentlerde manyetiktir.
Her gökyüzüne baktığımızda, manyetizmayı buluruz."
"Baş araştırmacı şunları söyledi:
"Genel olarak, bu kadar geniş manyetik alanların nasıl oluştuğunu ve bu büyük ölçekli manyetik alanların galaksi oluşumunu ve evrimini nasıl etkilediğini bilmiyoruz. Manyetik alanların galaksilerin ve çevrelerinin evriminde oynadığı rolü anlamak, astronomide yanıtlanması gereken temel bir sorudur.' "
Ancak yazının en başında yazdığım gibi, plazma kozmologları bu sorunu on yıllar önceden filamentlerin içindeki elektrik akımlarının varlığı sayesinde çözmüştürler.
https://www.electricuniverse.info/electric-sun-theory/
The Electric Sun
Şimdi ise güneş modellerinden bahsedelim.
Standart kozmolojide inanılan teori termonükleer güneş teorisidir. Bu teoride güneşin etrafa enerji yaymasını sağlayan güç, çekirdeğinde yaptığı füzyon tepkimelerinden ortaya çıkan yüksek miktardaki enerjilerdir.
Bu teori garip bir şekilde plazma evren modelinde de kabul edilir.
Elektrik evrende kabul edilen ise elektrik güneş teorisidir. Burada ise güneşe güç veren şey dış uzaydan aldığı elektrik akımlarıdır.
Bu modelde Enerji dış uzaydan geldiği ve evren sonsuz olduğu için güneşte sonsuza dek çalışabilecektir muhtemelen.
Termonükleer teoride güneşin enerjisinin tükenip en sonunda başka bir forma geçeceği söylenir.
"Bir hidroelektrik santrali ile Elektrik Güneş benzetmesi. Gelen elektronların sürüklenme akımlarını tespit etmek çok zordur. Heliopause'un yüzey alanı, Güneş'in yüzey alanından yaklaşık 600 milyon kat daha büyüktür." https://www.electricuniverse.info/electric-sun-theory/
Tabii bu teori tüm yıldızlar için de böyle işliyor. Güneş sadece bir örnek.
Ve en beğendim kısmı da, yine standart kozmolojik modelden daha deneysel olması.
Termonükleer güneş modelini test etmek mümkün değilken Elektrik Güneş Modelini test eden bir deney çoktan yapılmaya başlandı:
Kaynak:https://www.electricuniverse.info/electric-sun-theory/"Safire Projesi, "yıldız ve gezegen olaylarında elektriğin rolünü keşfetmek", özellikle de Elektrikli Güneş teorisini bağımsız olarak test etmek için laboratuvar tabanlı bir dizi deneydir. Bir "Deney Tasarımı" yaklaşımına dayanan ve bir SCADA kontrol sistemi kullanan Safire, teori ve simülasyonlar yerine öncelikle gözlem ve deneylere odaklanmaktadır. Deneyler, "Kavanozdaki Yıldız" olarak da tanımlanan büyük bir vakum odasında gerçekleştirilmektedir. Oda tarafından üretilen çok çeşitli veriler, görsel bir karşılaştırmadan daha fazlası olan Güneş'ten alınan verilerle bir karşılaştırma yapılmasına olanak tanır. SAFIRE, "Düzenleme Deneyinde Yıldız Atmosferik Fonksiyonu" için kullanılan bir kısaltmadır.
Safire Projesi bugüne kadar EU/ES modeli ile herhangi bir uyumsuzluk bulmamıştır."
(Aynı ekip daha sonrasında bir füzyon reaktörü geliştirmeye de başlamış: https://aureon.ca/)
Ayrıca Termonükleer Güneş Modelinde bulunan tonla sorun bu modelde modelin doğal sonuçlarından gelmektedir:
(Termonükleer Güneş Modeline füzyon modeli de denilebilir.)
Kaynak:"Füzyon Modeli:
Ad hoc mevcut açıklamaları olan, ancak Standart Modelde gerçekten hiçbir açıklaması olmayan ve elektrik modelinin doğal sonucu olan çok sayıda gözlem vardır.
Örneğin; ağır elementler, güneş tayfı, nötrino eksikliği, nötrino değişkenliği, güneş atmosferi, enlem tarafından diferansiyel rotasyon, derinliğe göre diferansiyel rotasyon, ekvatoral plazma torus, güneş lekeleri, güneş lekesi göçü, güneş lekesi yarı gölgesi ve güneş lekesi döngüsünün kendisi, manyetik alan gücü, eşit manyetik alan, helio sismolojisi, güneş yoğunluğu ve değişen boyut. [Yani bütün teori?]
Bu listedeki tüm gözlemler, Elektrik Güneş Modelinin doğal sonuçlarıdır. Standart gökbilimciler, onları bir gün çözülecek önemsiz zorluklar olarak görme eğilimindedir.
Ben, buradaki diğer meslektaşlarım gibi, bunların önemsiz olmadığını, daha çok Solar Füzyon Modeli için ölümcül darbeler olduğunu çünkü önemli olduklarını savunuyorum. İkincil değiller. Hepsi başarısız nükleer füzyon modeli için birincil tahrif edici gözlemlerdir. "
"Güneşin enerjisini, güneş enerjisinin derinliklerindeki termonükleer reaksiyonlara bağlayan modern astrofiziksel kavram, güneşin neredeyse gözlemlenebilir tüm yönleriyle çelişiyor."
-Ralph E. Jürgens (1980)
Şimdi en başlarda bahsettiğim bağlantılarla alakalı kısma geri dönüyorum. Sürekli söylenen basit bir Elektrik Evren ilkesinden bahsedeceğim:
Evrende adalar yoktur.
Bu cümle, evrende izole halde bulunan hiçbir kozmik yapı olmadığını anlatır.
Tüm evren, plazma yapıları ve manyetik alanlar ile birbirine bağlıdır.
Aynı şekilde, Güneş'te tüm gezegenlere birkeland akımları ile bağlanır:
"Güneş'in elektriksel etki alanındaki gezegenlerin elektrik yüklü cisimler olduğu her zamankinden daha açıktır."
Hatta galaksiler arasındaki bağlantılar 1980'li yıllardan beri tahmin ediliyordu ve günümüzde bu bağlantılar kesin sayılır. Bu standart kozmolojik modelde kozmik ağ olarak bilinir.
Plazma Evren Modelinde kozmik boyuttaki plazmalar, elektromanyetik sıkışma (z-pinch) etkisiyle galaksileri ve bu galaksilerdeki yıldızları yaratır. Bu plazmaların yerlerinde kalıp yıldızlara güç sağladığını söylemek sadece küçük bir tahmin olur. Yıldızlarda gezegenler arasında da bu bağlar bulunur.
Astroloji, Plazma Kozmolojisi ve Elektromanyetizma #2
Bölüm 1
"Lord Sorath, evrendeki tüm yıldızların bizi etkilediğini belirtmiştir, sadece bizimkinin değil."
https://spirituelsatanizm.org/yuksek-rutbeli-demonlar/#SORATH
Esenlikler,
Önceki yazı daha çok sizi bu yazıya hazırlamak ve az da olsa literatürü öğretmek için yazılmıştı.
Artık ruhaniyetle alakalı konulardan bahsedebilirim.
Bu yazıya Lord Sorath'ın sözüyle başladım, peki bu söz tam olarak ne anlama geliyordu?
Nasıl evrendeki tüm yıldızlar bizi etkileyebilir ki? Evren sonsuz değil miydi?
Daha önce bahsettiğim gibi, tüm galaksiler birbirleri ile elektromanyetik olarak bağlantı halinde, yıldızlar ise kendi galaksileri ve gezegenleri ile, dolayısıyla evrendeki tüm yıldızlarda birbirleriyle bağlantılı.
Ve bu da bizi gerçekten de tüm yıldızların bizi etkileyebileceği gerçeğine getiriyor.
Çok büyük ihtimalle de Lord Sorath'ın bahsettiği durumun açıklaması bu.
Eğer Tanrılarla bağlantınız iyiyse bana bir iyilik yapın ve bu konuda haklı olup olmadığımı sorun.
Peki yıldızlar bizi tam olarak nasıl etkiliyor? Güneşin birkeland akımları ile gezegenlerle elektromanyetik bağlantı kurduğunu biliyoruz, fakat bu elektromanyetik bağlantı biz insanları nasıl etkiliyor?
Tüm bu sorulardan bağımsız şekilde, rastgele eski spiritüel satanizm sitelerinde gezerken eski bir Yüksek Rahibenin kitabına denk geldim. Orada bulduklarım ise tüm bu sorularımızı cevaplayabilecek nitelikte.
high_priest_vovim_baghie
PDF dosyasını indir • 2.95MB
İşte o kitaptan önemli bir yazı:
Centil Ruhunun Gerçek Yapısı: Dört Sütun
Şu anda fazla ayrıntıya giremiyorum ancak bunu yazmanın amacı; Tanrıların bana ve eşime, Satanist Erkek ve Kız Kardeşlerime, Centil ruhunun bilgisini vermesidir.
“Ruhun Dört Sütunu Nedir?” - Ruhun Dört Sütunu tam olarak budur. Ruhun Yapısı bana Tanrılar tarafından gösterildi ve bizim Ruhumuz, William Quinstcher'ın tanımladığı gibi (Bütün eserleri Franz Bardon tarafından çalınmadan önce) dört kutuplu bir mıknatıstır (Tetra Polar Magnet).
Şeytan Baba tarafından yaratılan ruhumuz, "Üç Düğüm" ile iki bölüme ayrılmış dört sütun olarak yapılandırılmıştır. Bu dört sütun, elementlerin en saf hallerinde bölünmüş, yoğunlaştırılmış ve dengelidir. Bu “sütunların” her biri bir kutup içeren bir mıknatıstır; dolayısıyla adı Tetra-Polar Mıknatıstır. (Dört Kutuplu Mıknatıs) Ancak, aslında beşinci bir kutup vardır, dört sütunun birleştiği nokta.
Evet, dört kutbun birleştiği noktada beşinci kutup yaratılır ve aynı şekilde, dört elementin bu sütunlar içinde buluştuğu yerde beşinci element yaratılır: Ruh.
[ Çevirmen Notları:
Bu sembol, kendi sayfasında da belirtildiği üzere ruhun yapısını gösterir; yani ruhun dört sütununu, dört kutuplu mıknatısı. Gördüğünüz dört kolun her biri bir elementi temsil eder, ortada buluştukları nokta ise eter, diğer adıyla akaşadır.
Ayrıca daha sonra açıklyacağım üzere her element elektromanyetizmanın bir yönüne sahiptir. ]
Bu, akaşa'nın kendisinin dört elementin birleştirilmesiyle yaratıldığı anlamına gelmez. Hayır, tam tersine elementler Akaşa'dan yaratılır. Bununla birlikte, insan ruhu ve akabinde Tetra-Polar Mıknatıs açısından, işler biraz farklıdır ve eminim ki bizleri oluşturan “Ruh -Centil Ruhları-” saf Akaşa'dan farklıdır.
Şeytan Baba isterse daha fazla detay eklenecek. Ancak şimdilik bu, kendi araştırmanızı sürdürmeniz ve “Ruh” ile ilgili uzun yıllar boyunca yayılan tüm saçmalıkları anlamlandırmaya başlamanız için yeterince ışık tutmalıdır.
İşte bu olup biteni anlamanızı kolaylaştıracaktır.
Yukarıda anlatıldığı gibi ruh tam anlamıyla bir mıknatıstır. Bu güneşten gelen elektromanyetik bağlantıların bizi neden etkilediğini biraz da olsa anlamızı sağlıyor.
Şimdi de jos'tan gelen başka bir yazı ile yukarıdaki alıntıyı destekleyeceğim:
Kaynak:https://spirituelsatanizm.org/cakralar/"İnsan ruhu ve çakralar doğru bir şekilde hizalandığı zaman, şekli ters haç şeklindedir. Bu, “Thor’un Çekici”nin arkasındaki gizli anlamdır. İnsan ruhunun bu haç şekli “Dört Köşe”, “Dört Yön” ve ritüellerde de Du’at’ın 4 Veliaht Prensi ile temsil edilir.
- Bedenin/ruhun ön tarafı Kuzey’dir, Toprak elementi tarafından yönetilir.
- Vücudun arka tarafı Güney’dir, Ateş elementi tarafından yönetilir.
- Vücudun sol tarafı Negatif Kutuptur. Sol elimizle enerji alırız/çekeriz. Sol taraf su elementi tarafından yönetilir ve Batı yönüdür.
- Sağ taraf Pozitif Kutuptur, Doğu yönüdür ve hava elementi tarafından yönetilir. Sağ elimizle enerji yönlendiririz.
- Özün Özü/Eter elementi merkezdir, ve auradadır.
- Ateş ve Hava elektrikseldir.
- Su ve Toprak manyetiktir."
Yani sonuç olarak sadece ruh değil vucütta bir mıknatıs.
Ki bu bağlantılar bu kadarıyla sınırlı değil. Aynı zamanda auramızda tam anlamıyla elektromanyetik dalgalardan ibaret:
Kaynak: https://satanisgod.org/www.angelfire.com/empire/serpentis666/Mind.html"Her birimizin vücudunun etrafında bir elektromanyetik alan vardır. Bu bizim aura olarak bildiğimiz şeydir.
Düşüncelerimiz ve beynimizin aktivitesi bu aura içinde bir devre oluşturur. Düşünceler ve beyin aktivitesi elektriksel uyarılar olduğu için deşifre edilebilir ve okunabilirler. Dünya güçleri bunun çok iyi farkındadır ve gelişmiş bilgisayar teknolojisi ile bir kişinin düşüncelerinin özel bir cihaz tarafından alınabileceği ve çıkışının uydu sinyallerinin televizyonlarımızda bir resim haline getirilmesine benzer bir şekilde şifresini çözebilmektedir."
Belki de güneş sistemindeki gezegenlerin üzerimizdeki etkisini, yani astrolojiyi, yukarıda bahsettiklerim ile açıklayabiliriz.
Ancak astrolojinin bizi tam olarak nasıl etkileyebildiği hakkında birkaç düşünce daha var.
Buraya kadar olan kısımlar tamamen kendi çıkarımlarım fakat buradan sonrası uzun zamandır genel astroloji camiasında konuşulan şeyler olacak. (Jos forumlarında konuşulmuş mudur bilemiyorum)
1800'lü yıllarda ilk kez güneş lekelerinin sayısı ile dünyadaki bazı olayların birbiriyle bağlantılı olabileceği hakkında görüş ortaya atıldı.
Örneğin, güneş lekelerinin fazlalaşmasının güneş ışığını azalması ve bu nedenle de tarım ürünlerinin kalitesinin kötüleşmesi, bunun da ekonomik buhrana neden olması gibi.
(Şu videoda bahsediliyordu:
Daha sonrasında ise güneş lekesi döngüsü ile gezegen konumlarının bağlantılı olduğu düşünülmeye başlandı.
Bir Mühendis olan John H. Nelson, gezegenlerin göreceli konumları ile güneş lekesi döngüsü arasında bir bağlantı olduğunu öne süren önceki araştırmalardan ilham alarak, Kuzey Atlantik boyunca belirli gezegen konumları ve kısa dalga radyo iletişimindeki bozulmalar* arasında bir ilişki aradı.
(*Radyo dalgalarının bozulmaya uğraması. Farklı bir anlamı yok, okuduğunuz anlama geliyor.
https://en.wikipedia.org/wiki/Distortion
Bir dalga biçiminin ve aynı dalga biçiminin bazı bozulmuş versiyonlarının grafiği)
John H. Nelson'ın RCA Review' daki (1951) kısa dalga radyo yayılımını gezegen konumlarıyla ilişkilendiren makalesinde bu konu hakkındaki bulgularını yazdı.
Makale:
radio_astro
PDF dosyasını indir • 929KB
Bu makaleden önemli gördüğüm birkaç kısmı paylaşacağım
Peki burada bahsedilen açılar size bir şey çağrıştırdı mı?GÖZLEM YÖNTEMİ
New York'un Riverhead Long Island bölgesinde bulunan RCA İletişim Alıcı İstasyonundaki her teknisyen, görev turu sırasında, gece yarısından sabah 8'e, sabah 8'den öğlen 4'e ve öğlen 4'ten gece yarısına kadar Kuzey Atlantik üzerindeki kısa dalga sinyallerine ilişkin koşulların bir kaydını sağlayan bir günlük kaydı tutmaktadır. 1942, 1944, 1947, 1948 ve 1949 yılları için tüm bu 8 saatlik periyotlar, mevcut gezegen konfigürasyonları* ile ilişkilendirildi ve sonuçlar sistematik olarak kaydedildi.
(Konfigürasyon: Özetle gezegenlerin bulunabileceği konumlar.)
"GÖZLEMLERİN BAĞLANTISI
Kuzey Atlantik üzerindeki iyonosferik radyo dalgası bozulmaları ile 1942, 1944, 1947, 1948 ve 1949 konfigürasyonları arasında bulunan dikkat çekici bir bağlantı, aşağıdaki çıkarımları önermektedir:
1. Radyo dalgalarının en fazla bozulmaya uğradığı 12 aylık dönemler, Satürn ve Jüpiter arasındaki 0°, 90°, 180° ve 270° tipi konfigürasyonlardan önceki ve sonrakilerdir
2. Mars'ın, Satürn veya Jüpiter'in 0°, 90°, 180° ve 270° konfigürasyonuna yakın olduğu dönemler radyo dalgalarının en fazla bozulmaya uğradığı kısımdır.
3. Periyotların en fazla radyo dalgası bozulması içerdiği kısımlar Dünya, Venüs veya Merkür, Satürn, Jüpiter veya Mars'tan herhangi birinin 0°, 90°, 180° ve 270° tipinde bir konfigürasyona sahip olduğu haftalar olacaktır.
4. Mars, Dünya, Venüs veya Merkür'ün birleşik etkisinin, Satürn ve Jüpiter'in 0°, 90°, 180° ve 270° noktalarının yakınında büyük bir genel etki yoğunluğunun olduğu konumlarda en şiddetli bozulmalara sebep olur.
5. Satürn ve Jüpiter'in 120° ile ayrıldığı önceki ve sonraki dönemler en az bozulma bulunan dönemlerdir. Bu periyotlar sırasındaki başlıca bozulmalar, iç gezegenler Mars, Dünya, Venüs ve Merkür'ün kendi aralarında veya Satürn veya Jüpiter ile çoklu olarak yaptıkları 0°, 90°, 180° veya 270° tipi konfigürasyonlardan kaynaklanır.
6. Satürn, Jüpiter ve Mars'ın 120° ile ayrıldığı dönemler, tüm dönemler arasında en az bozulma olan dönemdir. Bu dönemlerdeki başlıca bozulmalar, Dünya, Venüs ve Merkür'ün kendi aralarında veya Satürn, Jüpiter veya Mars ile çoklu olarak yaptıkları konfigürasyonlardan kaynaklanır. Bu üç yavaş dış gezegen arasında 120°'lik bir düzenleme sırasında çoklu türün konfigürasyonları daha az sıklıkta görülür.
7. 60°, 120°'nin yarısı olduğu için gezegenler arasındaki 60° ilişkileri de "en az bozulma olan dönemler" üretme eğiliminde olacaktır.
120°'lik tam bir düzenleme nadirdir, ancak buna çok yakın bir yaklaşım 1934'te Jüpiter 1 Haziran'da Satürn'ün 120° gerisindeyken meydana geldi. Ağustos ayında Mars, birkaç gün içinde hem Jüpiter hem de Satürn ile 120° konumuna geldi ve Jüpiter ve Satürn bundan 117° ayrıydı. Manyetik aktivite kayıtları, 1934 yıllık ortalamasının 1930 ile 1949 arasında kaydedilen en düşük değer olduğunu gösteriyor."
İlginç bir biçimde astrolojide 90 ve 180 gibi 90'ın katı açılar oldukça sert, sorun çıkartan açılarken 60'ın katı olan 120 gibi açılar yumuşaktır.
Makalede 90 ve 180 gibi sert açılarda radyo bozulmalarının en üst düzeyde olduğu söyleniyordu. Aynı şekilde 120 gibi derecelerde de en az bozulmayı görüyoruz.
Yani gezegenlerin sert açıları radyo dalgalarını bozuyor ve yumuşak açılarda radyo dalgaları en az bozulmaya uğruyor. Bu astroloji ile gözlemlerin uyuştuğunu gösterir
Bu olayın ilginç olan tarafı ise, Radyo dalgaları elektromanyetik dalgalardır ve elektromanyetik dalgalar mıknatısları etkileyebiliyor.
Bu da bir mıknatıs olan ruhumuzun gezegenler tarafından etkilenebileceğini gösteriyor.
Bu gezegelerin konumlarının bizi neden etkilediğini açıklayabilir.
Yine de Nelson'un makalesinin daha fazla araştırılması iyi olur, tek bir makaleyle bir şeyi kesin doğru kabul edemeyiz.
Aynısı güneş lekeleri ile alakalı konuda da geçerli. Tek başına istatistiklerin uyuşması bize kesin bir sonuç veremez, mekanizmanında iyi şekilde açıklanması gerekiyor.
Yani bu örnekte neden güneş lekelerinin sayısının dünyadaki bazı olayları tetiklediği iyice açıklanmalı, ancak böyle kesin bir sonuca varabiliriz. İstatistiklerin uyuşması yalnızca bazı şeylerden şüphelenmemizi sağlayabilir.
Şu an bu anlattıklarım oldukça yüzeysel fakat zamanı geldiğinde astroloji hakkında ciddi deney ve gözlemler yapan Satanist bilim insanlarımız olacak ve bu konuyu hakkıyla konuşabileceğiz.
Sonuçta sonsuza kadar forumlarda saklanmayacağız.
Şu anda biz ruhani olarak yahudilerden daha güçlüyüz ve bu ruhani üstünlük elinde sonunda fiziksel dünyaya da yansıyacak. Aynı Nazi Almanyasında olduğu gibi Satanist iktidarlar, aydınlar ve bilim insanları dünya çapında fazlalaşacak.
Eğer aklınızda herhangi bir bilim dalına yönelme gibi bir düşünce varsa bunu kesinlikle yapmalısınız. Yeterince çalıştığınız sürece Tanrılar sizi destekleyecektir.
Bölüm 2
"Kütle dediğimiz şey görünüşten başka bir şey değil gibi görünmektedir ve tüm eylemsizlik elektromanyetik kökenlidir."
-Henri Poincaré, Bilim ve Yöntem
Şu anda emin olduğum tek bir konu varsa o da elektromanyetizmanın KESİNLİKLE ruhaniyet ile bağlantılı olduğudur. Buna küçük bir işaret ise Uranüs Gezegeninin kendisidir:
https://spirituelsatanizm.org/astrolojide-gezegensel-hukumranliklar/#Uranus
"Uranüs
Uranüs, Neptün ve Plüton’la birlikte üç dış transandantal gezegenden biridir. Uranüs Merkür’ün üst oktavıdır ve dehayı yönetir. (...)
Rengi: Elektrik mavisi (...)
Sembolizmi: Teknoloji ve gelecek
Vücut kısımları: Manyetik ve fiziksel aura, paratiroid bezi, beyin ve sinir sistemleri.
Ruhun bölümü: Aura (...)
Meslekleri:
Astrologlar, elektrikçiler mühendisler, mucitler, metafizikçiler, kahinler, insani işçiler, pilotlar, bilim adamları, radyo teknisyenleri, yeni ve sıradışı şeylerle çalışan herkes.
Uranüs manyetik ve elektriktir, soğuk ve kısırdır.
Uranüs’ün yönettikleri:
Elektrik, metafizik, okültizm, devrim, isyan, yeni ve gelişmiş metotlar, ani değişimler, özgürlük, deha, bağımsızlık, orijinal olan şeyler, değişken şeyler, eksantrik şeyler, kaos, topluma uyum sağlamayanlar, anarşi, radikal fikirler, patlamalar, yıldırım, alaboralar (mecazi anlamda), beklenmeyenler, ilerleme, bilgisayarlar, bilim kurgu, gelecek, teknoloji, medya, dürtü ve felaketler.
Uranüs’ün hem astroloji ve astronomiyi hem de elektriği yönetmesi bize bir işarettir.
Elektromanyetizmanın ruhaniyetle bağlantılı olduğunu destekleyen birkaç bulgu daha var.
Öncelikle Joy of Satan kaynaklarını inceleyelim:
Kaynak:https://satanisgod.org/www.angelfire.com/empire/serpentis666/Mind.html"Her birimizin vücudunun etrafında elektromanyetik bir alan vardır. Bu bizim aura olarak bildiğimiz şeydir.
Düşüncelerimiz ve beynimizin faaliyetleri bu aura içinde bir devre oluşturur. Düşünceler ve beyin aktivitesi elektriksel impulslar olduğu için deşifre edilebilir ve okunabilir. Dünya güçleri bunun çok iyi farkındadır ve gelişmiş bilgisayar teknolojisiyle, bir kişinin düşüncelerini deşifre edebilmekte, özel bir cihaz tarafından alınabilmekte ve uydu sinyallerinin televizyonlarımızda bir görüntüye dönüşmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır."
Bizim aura dediğimiz şey tam olarak bir elektromanyetik alan ve bizi negatif enerjilerden koruyan da bu elektromanyetik alan.
Bunun ilginç olan tarafı ise aynı şekilde dünyayı güneşten gelen yaşam için zararlı yüklü parçacıklardan koruyanda dünyanın manyetik alanı. Aynı auramızın bizi koruduğu gibi dünya da kendini manyetik alanı ile koruyor.
Nereye bakarsak bakalım ruhaniyette sürekli elektromanyetizmayla karşılaşıyoruz: Ruhun dört ana sütunu, biyoelektrik, aura vs. Çok ilginç değil mi?
Şimdi ise bambaşka bir konuya atlayacağım:
Elektrik Evren Teorisi sadece fizikle ilgilenmez, arkeoloji, mitoloji gibi birçok başka alanda daha araştırmaları vardır ve tüm bilimlerin arasında bağlantı kurmaya çalışırlar.
Elektrik evren'i araştıran bilim insanlarının keşfettiği oldukça garip bir olay ise, yüzyıllar hatta binyıllar önce çizilen taş çizimlerinin 21. yüzyılda, plazma laboratuvarlarında, neredeyse tam olarak aynılarının plazma ile oluşturulabiliyor oluşları.
Aynı aşağıdaki görselde görebileceğiniz gibi:
Kaynak: http://www.thunderbolts.info/tpod/2005/arch05/051015chinasymbol.htm
Görselde ilk iki satırda bulunan resimler yüzlerce, binlerce yıl önce çizilmiş taş çizimleri, alttaki iki resim ise 21. yüzyılda yapılan plazma deneylerinden alınma.
Oldukça benziyorlar değil mi?
Asıl ilginç olan kısmı bu şekillerin ruhani bir anlama sahip olması:
Kaynak: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/253501
Yukarıda gördüğünüz iki görselin ismi de Hayat Ağacı
Evet evet bildiğiniz bizim Hayat Ağacı başka bir şey değil.
"Ama bu ağaca hiç benzemiyor ki!" diyecek olursanız eğer; bu bir sembol arkadaşlar, bir sürü farklı formda bulunabilir. Sonuçta hepsinin anlamı aynı olacak. Ama ağaçla olan bağlantısını göstereceğim
Öncelikle şu görsele bakın:
Görsel açıklamasında anlatıldığı gibi, ağaç temelde kökleri ve dalları ile üç parçaya ayrılıyor ve her parçanın temsil ettiği bir şeyler var.
Nasıl üçe ayrıldığı aşağıdaki görselde gösteriyorum.
https://ancient-forums.com/viewtopic.php?f=29&t=71420&p=351838&hilit=plazma#p351838
Bu şekliyle ilk gördüğümüz taş resimlerine oldukça benziyor değil mi?
Bu ise görüğümüz ağaç çizimi ile taş çizimleri arasında kalmış bir resim.
Ağaç resminde gördüğümüz gibi; Üst tarafı yıldızlar, ay gibi göksel varlıkları temsil ediyor;
Orta tarafta insanlar gözüküyor, alt tarafta bir hayvan ve birkaç farklı çizim gözüküyor.
Yani demek istediğim mesaj sabit kalmış, sadece şekil basitleşmiş.
Aşağıdaki resimlerde ise bu şekil en basit formuna indirgenmiş ve muhtemelen de nesiller geçtikçe resmin gerçek şekli unutulmuş.
Fark ettiyseniz en alttaki plazma ile oluşturulmuş şekil, gerçek şekile taş çizimlerinden çok daha yakın.
İnsanlık unutabilir ama plazma unutmaz.
Anlamsız afirmasyonumu da kastığıma göre devam edebiliriz.
Bu gösterdiklerim kadar etkileyici olmasa da aynı mantıkta olan bir sembol daha var:
Kaynak: https://satanslibrary.org/666BlackSun/Satanic_Symbols.html"Sağdaki Şeytani sembole dikkat edin, 8 sayısı sonsuzluk/ölümsüzlük sembolüdür. 8 yan çevrilir. Çift haç güneşteki [666] ve kalp/omuz çakralarındaki insan ruhunu sembolize eder. Soldaki 8 köşeli yıldız Astaroth Yıldızı'dır."
Solda gördüğünüz sembol aynı zamanda sülfürün simyadaki sembolüdür, türkçesiyle kükürtün.
"Şeytan ve Hell Ateşi
Hermetik simyadaki Kükürt (sülfür) sembolü, Şeytan'ın popüler görüntüsüdür. Şeytan yaygın olarak boynuzlu, bazen keçi benzeri özelliklerle sahip ve kırmızı renkte tasvir edilir ve bir üç dişli mızrak taşır..."
Yani yanlış anlamadıysam bu sembol doğrudan Şeytan'ı temsil ediyor.
Ayrıca fark ettiyseniz ilk gösterdiğim taş resmi 7 tane çıkıntısı olduğu için çakraları temsil etmeye çok daha uygun ve çıkıntıları gerçekten boynuza benziyor. Ve o şekil aynı zamanda plazma ile laboratuvar ortamında oluşturulabiliyor. Kükürt sembolünün sonradan bozulmuş olduğunu düşünüyorum bu yüzden.
Şimdi asıl anlatmak istediğim konuya gelirsek, belki de bu kutsal sembollerin kökeni bizzat plazma oluşumlarıdır?
Daha önce şimşeğin yaşam gücü olduğunu görmüştük, yani elektrikte aynı şekilde. Belki de elektrik veya plazma çok daha kutsal, ruhani bir şeydir ve tüm semboller plazmadan geliyordur?
Bilemiyorum açıkçası, zamanla doğruluğunu öğreniriz muhtemelen.
Yazı çok uzadığı için hızlı hızlı fark ettiğim birkaç şeyden daha bahsedip yazıyı bitireceğim.
"
Bu sembol yukarıdan taç çakramıza giren enerjiyi sembolize eder. Şeytani yıldırım, Şeytan'ı gerçek yaratıcı tanrımız olarak sembolize eder. Yıldırım yaşam gücüdür, biyoelektriktir. Satanizm'deki tüm aşağı yönlü sembolleri, yukarıdan inen ve insan ruhuna hayat veren ve onu güçlendiren enerjiyi temsil eder."
Plazma filamentleri, tıpkı kundalini yılanı gibi görünüyor. Ve ayrıca:
"Önemli bir sayı olan BİR'i ve gerçekte ne anlama geldiğini anlatmaya karar verdim.
Bir sayısı temelde bölünmemiş, (bütün) sonsuz, kalıcı, 'olan her şey' sayısıdır. Bu sayı biçimsizdir, Eterdir, tüm varlığa yayılan boşluktur. O aynı anda tüm olasılıktır. Başka bir deyişle, her şey "Bir" ile başlar. Bu, yaratılışın her yerinde bulunan tanrı-gücüdür. Esasen, bu 'tanrı' bile değil, doğanın her şeyi kaplayan gücüdür.
(...)
Yaratılış "BİR" ile başlamaz. İKİ ile başlar. Böylelikle Şeytan'a "İki" verildi ve ona "Bölünen Kötü" denildi, ama aynı zamanda, evrenin ve algılanan gerçekliğin nihai Yaratıcısı olarak adlandırıldı. Bu aynı zamanda Yılan'ın sembolizmidir. Aynı anda böler ve bir araya getirir. Şeytani Yılan bir bütündür ve aynı zamanda bölünmedir.
Bir şey bu "bütünden" ayrı bir bilinç olarak "bölündüğünde", bu yaratılışın başladığı andır."
(kaynağı koymayı unutmuşum, the one god ile başlayan bir yazının bir kısmıydı bu, jos'un ana sitesinde kabala kısmında bulunuyordu sanırım)
Filamentlerde tıpkı kundalini yılanı gibi ayrılır ve birleşir, böylece filamentler oluşur.
Filament yapıları tüm evren boyunca enerji taşır.
Plazma yapıları bizzat elektromanyetik güçler sayesinde kendi kendisini değiştirebilen canlılığa benzer yapılardır ve yukarıda anlattıklarımla beraber bana ruhaniyet ile oldukça bağlantılı gibi geliyor.
Ayrıca elektromanyetizma sandınız gibi mıknatıstan, elektrikten ibaret değil, TÜM VAROLUŞ elektromanyetik kuvvetler sayesinde var. Atomların birbirinin içine girmemesini sağlayan şey elektronların birbirini itmesidir, ki bu da elektromanyetizma kuvveti sayesinde oluyor. Eğer bu kuvvet olmasaydı hiçbir atom birbiri üstünde duramayacağı ve iç içe geçeceği için hiçbir varlık oluşamazdı.
Bir deneyde elektrik kullanılarak canlılığın temel bileşenleri ortaya çıkartılmıştır. Ben deneyi anlatmayacağım kendiniz inceleyebilirsiniz.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Miller-Urey_deneyi
Bana bir de şey ilginç geliyor, astral alem. Astral yıldız kelimesinden geliyor ya. Bunu bağlayacak bir yer bulamadım ama olsun.
Belki Tanrılar bu yazdıklarım üzerine Yüksek Rahibi bilgilendirir veya aranızdan bir başkasını, çünkü Eski Yüksek Rahip Vovim'in söylediğine göre:
"Şeytan Baba isterse daha fazla detay eklenecek."
Biliyorum tüm bu anlattıklarım oldukça yüzeysel, fakat elektriğin yasaları da bir günde yazılmadı.
Binlerce yıl boyunca elektromanyetizma hakkında bilinen tek şey bazı taşların yünleri çekebildiğiydi.
Daha sonra ise bazı bilim insanları elektiriğin kurbağa bacaklarını hareketlendirdiğini fark etti, daha sonra bazıları da mıknatısların elektrik akımına neden olabileceğini buldu, ve maxwell kendisinden önce bulunan tüm verileri birleştirip elektromanyetizma teoriyi kurdu.
Yani henüz tüm bu ruhaniyet ve okült şeylerini anlamanın çok başındayız, fakat gördüğüm kadarıyla ruhaniyet hakkında bildiğimiz her şey bir şekilde elektromanyetizmaya bağlanıyor.
Ve bir önemli durum daha var, kimse elektromanyetizma teorisini tek başına ortaya çıkartamazdı.
Hepinizin desteği ve araştırmaları ile okült konusundaki cahilliğimizi yenebiliriz.
Eğer bu anlatıklarımın üzerine yeni bir şey keşfederseniz bana haber vermeyi unutmayın.
Bu yazıyı bu konular hakkında yeni bir şeyler fark edersem güncelleyebilirim.
Öyleyse görüşürüz, okuduğunuz için teşekkürler.
(GÜNCELLEME: Kundalini'nin ardındaki bilim kısmında da elektromanyetizma ile bir kısım var, bir gidip inceleyin isterseniz.
Sir fred hoyle'un da dediği gibi, biz ne söylersek söyleyelim son söz yine evrenin olacak (hayır kenan evren değil))
"In the end, The Universe will have its say."
-Sir Fred Hoyle